30 Temmuz 2010 Cuma

Anna Masala Kimdir hayatı hakkında bilgi

Anna Masala

Sabahın erken saatlerinde ve bir de günün o ilk saatlerinin sessizliğinde kitap okumak son derece keyifli bir iştir hele bu o gün bir tatil sabahı ise ayrı bir zevk oluyor. Yine böyle bir tatil günü sabahı, bana bir gün öncesinden hediye edilmiş, “Türkiye’ye Aşk mektuplarım” adlı kitabı okuduğumda ne bileyim biraz hüzünle karışık içimde insan sevgisinin heyecanıyla birlikte; “Acaba Türk olmak ne demek?” sorusunu sormadan edemedim kendime.

Anna Masala 1934 doğumlu Bir İtalyan. En son Roma Üniversitesi’nde 1972 yılında Türk Dili ve Edebiyatı profesörü olmuş 1980 yılında da Ordinaryüs Profesör unvanını almış bir bilim kadını. Elimdeki kitap Kültür Bakanlığı Yayınlarından basılmış basım tarihi 2002 olan yeni bir kitapçık. Eski Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın bir sunuş yazısı var ve her zamanki gibi çok makul bir fiyatla sunulmuş.

Kitabı bitirdiğimde ne yalan söyleyeyim, kütüphanemde yerleri ayrılmış olan Dünya edebiyatı mı veya Türk edebiyatı bölümüne mi koysam diye uzunca bir süre tereddütte bulundum ve bu tereddütten dolayı da biraz mahcup kalarak utandım.

Ord.Prof. Masala uzun yıllar Türkiye’de bulunmuş çok geniş bir dost çevresine sahip olmuş ve Türk’leri hiçbir ön yargısı olmadan ve davranışlarını büyük bir titizlikle gözlemlemiş ve de bunlardan genel soyutlamalara varmış bir yabancı araştırmacı.

“Türk dilinin sesini ilk defa Roma Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsünde 10 ocak 1954 tarihinde duydum. Arapça hocam Prof. Francesco Gabrieli, büyük Türkolog Prof. Ettore Rossi ile Farsça okumamı söylemişlerdi. O yıl prof. Rossi’nin Türkçe dili için öğrencisi yoktu. “mezuniyetten sonra ne iş yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu. “İslam tarihi üzerine çalışmak istiyorum” dedim. Bunun üzerine “Pekiyi ama unutmayın ki Akdeniz’de İslam tarihi yüzyıllar boyunca Türkçe konuştu” dedi. O zaman 19 yaşındaydım ve Türk tarihini sadece lisedeki tarih kitaplarından biliyordum: Bizans’ın fethi, Otranto, Barbaros Hayreddin, İnebahtı savaşı, Viyana kuşatması ve Osmanlı İmparatorluğunun düşüşü. Türkleri tanımıyordum ve sevmiyordum. Prof. Rossi’ye şöyle cevap verdim: “Türk tarihinin bu kadar önemli olduğunu sanmıyorum, ayrıca Türkçe okumak da istemiyorum.” “Pekiyi” dedi prof. Rossi “ Ne olursa olsun siz bugünden itibaren Türkçe okuyacaksınız!”dedi. Böylece derslere başladım. “Ev,evler, evlerim, evlerinde…” “Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Selçuklular, Devlet-i Âli Osmaniye, Türkiye Cumhuriyeti…”
Tarihinizi ve çok güzel dilinizi önce sevgisiz, ilgisiz sonra saygıyla, en sonunda büyük sevgiyle okurken seneler geldi geçti…”

Türkiye’ye ilk ziyaretini 8 ağustos 1964 yılında babasıyla birlikte yapıyor. Anılarında şöyle kalmış; “O günlerde bir Türk pilot Kıbrıs’da şehit olmuştu. İstanbul bayraklarla donanmıştı. Acı ve heyecan havada hissediliyor, dalga dalga yayılıyordu…” Sanırım ben o zamanlar oldukça gençtim ve yazlık tatil için gittiğimiz Erdek’te öğrenmiştik Cengiz Topel’in uçağının düşürülmesini ve esir alınır alınmaz Eoka’cılar tarafından öldürülüşünü. Şimdi geriye dönüp baktığımda iki ulusun insanlarının arasındaki sorun bitmiş olamasa bile anlaşmaları için epey bir mesafenin alındığını düşünüyorum.

O günden itibaren Anadolu’nun bir çok yerini gezmiş. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, gibi Türk düşün hayatının her kilometre taşından geçerek, bazen Ankara’yı, bazen Konya’yı bazen Antep’i ve en çok da İstanbul’da ara sokakları, Beyazıt Meydanı’nda gezerek Mevlevi dergahlarının o ona hep gizemli gelen büyülü yanıyla ilgilenerek içinde hissederek yaşamış ve gözlemlemiş. Onun bu kitabını okurken hep “Evet ya!” diyeceğinizi şimdiden duyar gibiyim.

Türk sosyal yaşamı içinde yaşlıların yerini, ailede “ninelerin” sosyal statüsünü ve onlardan hep yaşama ilişkin basit bilgiler alındığını ve “ellerinin öpülmesinin onlarca hak edildiğini” bu kitapta okuduğunuzda etkilenip gözlerinizin nemlendiğini hissedersiniz. O, İstanbul ve diğer şehirlerde birlikte yaşadığı bir çok akademisyen, ozan, edebiyatçı ile Türk düşün yaşamının geçmişi ve bugünü hakkında canlı bir tarih olmuş konumundadır.

Bazen bir Anadolu gezisi içinde badem gözlü bir Anadolu delikanlısının ona kur yaptığını ve nasıl da bir incelik ve zerafetle bir kap yoğurdu ikram ettiğini ve bir genç kadının yine bir iç titremesiyle bunu nasıl anlattığını biraz da gülümseyerek okuyacaksınız. Ya da bir uzun otobüs yolculuğunda uyurken bir kadının kendi mantosunu o üşümesin diye üzerine örttüğünü.

Çocukları anlatışını ve çocukların bir milletin bütün hasletlerini yansıtışını, “Mehmetçik” adının aslında bir toplumu anlamak için bir şifre çözücü anahtar kelime olduğunu onu okurken yeniden kavrayacaksınız ve bir de bütün babaların oğulları için söylediği “aslanım” kelimesinin anlamını.

Halıları… halıların Türk toplumunda aile yaşamı içinde ne kadar belirgin olduğunu ve Orta Asya’dan taşıdıkları hayvan sevgisini ve de kuş yuvalarını onun gözlemleriyle ve onun penceresinden nasıl göründüğünü ve yaşadığımız bu toplumun ilginç karakteristik özelliklerinin ne kadar can alıcı şeyler olduğunu ve bunun binlerce yıllar içinden geldiğini yine hayretle fark edeceksiniz.

Onunla ilgili bilgilere bir yerde rastlamış olabilirim. Fakat şu an bir şey hatırlamıyorum. Bu kitabıyla onu keşfettim. Aslında ona birazda gıpta ile bakmıyor da değilim. Çünkü o; bu kitabında anılarını anlatırken o kadar çok Türk aydınından, ozandan, akademisyenden politikacıdan, edebiyatçıdan, şairden bahsediyor ki doğrusunu isterseniz onun bu anılarına ilişkin yazdığı satırları okuduğumda iç geçirmedim değil. Mutlaka onun bir başka eseriyle bir gün karşılaşacağımı umuyorum.

Alıntı

Anna Masala

Anna Masala: 1934 yılında İtalyan-İspanyol bir aileden dünyaya geldi. Roma La Sapıenza Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Türkolog Profesör Ettore Rossı'nin son öğrencisi olarak mezun oldu.

Roma Şarkiyat Enstitüsü'nde 1968–72 yılları arasında Türk dili öğretti. 1972 yılında Roma Üniversitesi'nde Türk dili ve edebiyatı profesörü oldu ve 1980 yılında “Ordinaryüs Profesör” unvanı aldı. Sayısız kitap ve makale yayınlamış olan Masala'nın eserlerinden bazıları "Yunus Emre", "Oğuz Kaan Destanı", "Feyzi Halıcı Şiirlerinden Seçmeler", “Poesıa Turca Moderna”, Canto Ela Spada” dir.

Bir ülkeyi ve o ülkenin insanlarını tam anlamıyla tanımak, değerlendirmek için kitapların yazdıkları veya başkalarından dinlenenler çok zaman yeterli olmayabilir. Tarafsız bir gözle kaleme alınmayan pek çok kitap, insanları yanlış yönlendirerek birbirine düşman edebiliyor. Bu yanıltıcı ve yanıltıcı olduğu kadarda dünya barışını olumsuz etkileyici görüşlerden kurtulmanın en doğru yolu ülkeleri ve insanlarını bizzat tanımaktır.

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bu düşünceye verebileceğimiz en güzel örnek; Anna Masala’dır…

İtalya’nın yetiştirdiği değerli insanlardan biri olan Ord.Prof.Dr. Anna Masala, isteksiz bir şekilde geldiği ülkemizden, Türkiye sevdalısı ve gerçek bir Türk dostu olarak ayrılan bir isim…

Kendi ifadesiyle “ Ben manevi bir Türk’üm” diyen bir insan…

Anna Masala’nın Türkiye ve Türk insanına karşı olan duygularını anlayabilmek için, onun anılarını okumak gerek. Masala bu anılarını “Türkiye’ye Aşk Mektuplarım” adı ile kitaplaştırmıştır. Şimdi, bu mektuplardan seçtiğimiz bazı bölümleri -Anna Masala duygularını- sizlerle paylaşmak istiyoruz.

“Türk dilinin sesini ilk defa Roma Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü’nde 10 Ocak 1954 tarihinde duydum. Arapça hocam Prof. Francesco Gabrieeli, büyük Türkolog Prof. Ettore Rossi ile Farsça okumamı söylemişlerdi. O yıl Prof. Rossi’nin Türkçe dili için öğrencisi yoktu. “ Mezuniyetten sonra ne iş yapmayı düşünüyorsun ?” diye sordu. “İslam tarihi üzerine çalışmak istiyorum.” dedim. Bunun üzerine “Peki, ama unutmayın ki Akdeniz’de İslam tarihi yüzyıllar boyunca Türkçe konuştu” dedi. O zaman 19 yaşındaydım ve Türk tarihini sadece lisedeki tarih kitaplarından biliyordum. Bizans’ın Fethi, Otranto, Barbaros Hayreddin, İnebahtı Savaşı, Viyana Kuşatması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüşü. Türkleri tanımıyordum ve sevmiyordum. Prof. Rossi’ye şöyle bir cevap verdim; ” Türk tarihinin bu kadar önemli olduğunu sanmıyorum, ayrıca Türkçe konuşmakta istemiyorum”. “Peki” . Prof. Rossi’ne “Siz bu günden sonra Türkçe okuyacaksınız! dedi. “Böylece derslere başladım. Ev, evler, evlerim, evlerinizde…”. “Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Selçuklular, Devlet-i Ali Osmaniye, Türkiye Cumhuriyeti…”.

“Tarihinizi ve çok güzel dilinizi önce sevgisiz, ilgisiz sonra ise saygıyla, en sonunda ise büyük sevgiyle okurken seneler geçti.”

“Türkiye’ye ilk seyahatimi 8 Ağustos 1964 tarihinde babamla birlikte yaptım. O günlerde bir Türk Pilot Kıbrıs’ta şehit olmuştu. İstanbul bayraklarla donanmıştı. Acı ve heyecan havada hissediliyor, dalga dalga yayılıyordu. Oraya varışımdan birkaç saat sonra kalabalığa karıştım. Sultan Ahmed Camii’nin önünde binlerce kişi vardı. Bir insan seli Galata Köprüsü’ne kadar yayılıyordu. Nur-u Osmaniye’nin çevresinde Kurtuluş Savaşı madalyalarıyla yaşlı bir gazi şiirler okuyordu. Etrafındaki kalabalık, coşku ile ağlıyordu. O gün sevmeye başladım. Otuz yıl sonra, Kıbrıs’a gittiğimde bu olayı hatırladım ve Girne’de dalgalanan Türk bayrağını görünce aynı heyecanı yaşadım…”

Türkiye'de büyük bir misafirperverlik gördüğünü anlatan Masala, aynı günde kendisini davet eden dostlarını darıltmamak için üç kere üst üste akşam yemeği yediğini belirten Prof. Masala, "Sadece Türkiye'de böyle bir misafirperverlik vardır. Anadolu'da en fakir köyün en fakir insanı tek tavuğunu alır ve misafiri için keser... Türk'ün misafiri olunca misafir olduktan başka birçok da hediye alınır. Mesela bana, boncuklar, bilezikler, yemeniler, kıymetli kitaplar, el işçiliği tabaklar, gümüş bir ayna ve daha birçok güzel hediyeler verildi..." diye Türk misafirperverliğinden bahsetmektedir.

“Mevlana Celaleddin-i Rumi, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli kırk yıldan beri benim manevi hocalarımdır. Ama belkide ben bilmeden önce, dünyaya geldiğim günden beri bana eşlik ettiler. Bir tasavvuf adamının da dediği gibi; “alnımın yazısı, kaderim bu…”

“Mevlana’ya yenidünya görüşümü, insanlık ruhumu, Yunus Emre’ye tevazuumu, tasavvuf şiirine sevgimi borçluyum. Fakat manevi dünyamda başka evliyalar, başka hocalar, başka şairlerde yaşar. Türkiye’den uzak olduğum zaman, gurbet illerine düştüğüm zaman hiç yalnız değilim; hatta Hacı Bayram Veli’nin, Eşrefoğlu Rumi’nin, Hasan Dede’nin, Abdal Musa’nın ve hepsinden öncede Ahmet Yesevi’nin İstanbul’un bütün evliyalarının ve Anadolu’daki dedelerin aydınlık yüzlerini görüyor, kalbimde hissediyorum…”

Volkan ŞENEL

0 yorum:

Blogger Template by Clairvo