Latest Articles

17 Eylül 2011 Cumartesi

Bitki Formasyonu nedir?

Türkiye familya, cins ve tür sayısı bakımından zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Avrupa'nın birçok ülkesi yanında, komşusu olan ülkeler arasında da bitki taksonu sayısı açısından en zengin ülkedir. Türkiye'nin floristik zenginliği Avrupa florası ile karşılaştırıldığında açıkça ortaya çıkar: FAMİLYA CİNS TÜR

Avrupa 203 1541 12.000

Türkiye 163 1225 9.000

Odunsu bitkiler açısından Türkiye çok çeşitli bir yapıya sahiptir. Ilıman bölgelerde yetişen ve yaygın olarak pek çok ağaç ve çalı türü Türkiye'de de yetişir ve bunlar tek düze ya da karışık ormanlar oluştururlar. Bu ormanlarda yaşayan hayvan grupları da ormanın niteliklerine göre farklılıklar gösterir. Orman ağaçları açısından ilginç bir cins olan meşenin 18 türü doğal olarak yetişmektedir.

Diğer taraftan Türkiye, odunsu Rosaceae taksonları açısından da çok dikkat çekici bir ülkedir. Diğer Orta Doğu ülkelerine göre meyve ağaçlarının, sayıca ve türce bolluğu bu meyvelerin tarımının Türkiye'den köken aldığı fikrini güçlendirmektedir.

Türkiye endemik bitkiler açısında da Dünyanın dikkat çeken ülkelerinden birisidir. 9.000 çiçekli bitki türünden yaklaşık 3.000 tanesi endemik olup bu sayı bütün Avrupa ülkelerinin endemik türlerinin (2.500) sayısından daha fazladır. Endemikler yanında relikte bitkiler ve enklavlar açısından da Türkiye ilginç özelliklere sahiptir.

Türkiye zengin yüksek dağ florası ile bir yandan Orta ve Güney Avrupa diğer yandan da İran-Turanien floristik bölgesiyle ilişkilidir.

Türkiye fitocoğrafik bakımından, holoarktik bölge içine girmekte ise de bu bölgenin 3 farklı floristik elemanını (İran-Turanien, Mediterranean ve Euro-Siberian) barındırmaktadır. Bu nedenle, Türkiye bitki çeşitlenmesi bakımından da bir ülke olmaktan çok bir kıta özelliği göstermektedir.

Türkiye'de en yaygın vejetasyon tipleri maki, iğne yapraklı ya da yaprağını döken ağaçlardan oluşan orman vejetasyonu ile step vejetasyonudur. Bunların yanında bazı ekolojik farklılıklar nedeniyle daha az yaygın formasyonlarda görülür.

Maki vejetasyonu Akdeniz, Ege ve Marmara denizleri çevrelerinde ortalama 0-1000 metreler arasında yaygındır. Karadeniz bölgesinde ise enklavlar halinde, yer yer ve kesintili olarak görülür. Bu vejetasyona ait bitkiler deniz ile ilişikli bazı büyük nehirlerin yer aldığı vadiler yolu ile Ülkenin iç kesimlerine kadar sokulur.

Yaprağını döken orman ağaçları arasında en yaygın olanlar fanus oriyantalis (Kuzey ve Batı Anadolu'da) ile Quercus spp. (Bütün Türkiye'de) dir. Bunlar çoğunlukla tek düze ancak bazı yerlerde karışık ormanlar oluştururlar.

Orman ağaçları arasında en ilginç ağaç türü 3. zaman (Tersiyer) relikte olan sığla (Liquidambar orientalis)'dir. Bu ağaç türü Türkiye'nin Güney Batısındaki nemli vadiler ile taban suyu yüksek alanlara toplanmıştır. Şimdiye kadar sadece Girit adasında yetiştiği zannedilen Hurma'nın Türkiye'nin güneybatısındaki Datça yarımadasında bulunan bazı koylarda da yetiştiği fark edilmiştir.

Türkiye yüzölçümünün %26'sı (20 milyon hektar) ormanlarla kaplıdır. Bu alanların yaklaşık 9 milyon hektarı oldukça iyi, geri kalan 11 milyon hektarı ise bozuk ormanlardır. Avrupa ülkelerinde doğal orman alanları çok az olmasına rağmen (%5) Türkiye'deki orman alanlarının büyük bir kısmını doğal orman alanları oluşturmaktadır. Türkiye'nin ormanlık alanları daha çok Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz 'i çevreleyen dağlara lokalize olmuştur.

Step vejetasyonu, İç ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaygındır. Step formasyonu açısından ülkenin doğu ve batısında, bu formasyonu oluşturan tür kompozisyonu farklılıklar gösterir. Yüksek dağ kompozisyonunu oluşturan tür kompozisyonu da kuzey ve güney dağlarında farklıdır.

Yukarıda bahsedilen yaygın vejetasyon tipleri dışında, çok özel ekolojik şartlarda yetişebilen sucul ve halofitik bitkilerin oluşturduğu bitki komüniteleri de vardır.

Orijinal Kaynak: http://www.cevre.gov.tr

Türkiye'nin Doğal Bitki Örtüsü

Türkiye ana çizgileri ile iklim özelliklerine bağlı olmak üzere çevresine nazaran çok değişik bir doğal bitki örtüsüne sahiptir. Toprak ve reliyef şartları yanında insan faktörününde etkisiyle ülkemiz doğal bitki örtüsü farklı coğrafi bölgelerimizde farklı özellikler içinde farklı biçimde karşımıza çıkar. Ülkemizdeki doğal bitki örtüsünün bugünkü görünümü alması dördüncü zamanda nemli ve kurak devrelerin birbirini takip ettiği süre içinde olmuştur. Ancak yeryüzünün en eski yerleşim alanlarından biri olan Anadolu yarımadasında doğal bitki örtüsü özellikle ormanlar yakacak, kereste, tarım alanı açma, otlak olarak kullanılma gibi nedenler ile yüzyıllar içinde tahrip edilmiş ve de yer yer ortadan kaldırılmıştır. Buna göre kuzey kıyılarımız boyunca her mevsimi yağışlı Karadeniz ikliminin etkisi altında bulunan yerlerde nemcil, gür bir doğal bitki örtüsüyle karşılaşılır. Ayrıca İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin alçak alanlarında farklı iklim, toprak ve reliyef koşulları altında
genelde step formasyonu dikkati çekerken yüksek kesimlerde orman sınırının üzerinde kalan sahalarda bu defa Alpin çayırlar görülür. İşte bütün bunlardan sonra ülkemizdeki doğal bitki örtüsünü orman formasyonu, maki, garik formasyonu, step formasyonu, Alpin çayırlar, tuzcul kıyı bitkileri olmak üzere beş grupta inceleyebiliriz.

Orman Alanları
Ağaç topluluklarının geniş sahalar halinde yayıldığı alanlar orman formasyonunu meydana getirir. Ağaç toplulukları diğer bir değişle ormanlarımız Kuzey Anadolu dağlarının Kuzeye bakan yamaçlarında deniz seviyesinden 1200 m. kadar olan kesimde yapraklı ağaçlardan (kayın, gürgen, ıhlamur, akçaağaç, meşe, kestane, kızılağaç, karaağaç) meydana gelmiş nemli ormanlar yanında ülkemizin diğer bölgelerinde dikkati çeken kuru ormanlar olmak üzere iki şekilde karşımıza çıkar. Ayrıca ülkemizdeki ormanlarımızı koru, bozuk koru, baltalık, bozuk baltalık olmak üzere de ayırabiliriz.

Ülkemiz ormanlık alanları 20 milyon hektar kadardır. Bu değer bütün ülke yüzölçümünün %26'sıdır. Orman alanlarımızın %21'i iyi koru ormanı, %27'si bozuk koru, %15'i baltalık, %37'si bozuk baltalık fundalık karışımıdır. Ülkemizdeki ormanlık alanları coğrafi bölgelerimize göre Karadeniz Bölgesi ormanları, Batı Anadolu "Marmara ve Ege Bölgesi" ormanları, Akdeniz Bölgesi ormanları, İç ve Doğu Anadolu ormanları olmak üzere dört grup halinde toplayabiliriz.

Karadeniz Bölgesi Ormanları
Bol yağış alan bu bölgemiz kıyılarında orman alanları özellikle deniz seviyesinden başlayıp 2000 m. yüksekliklere kadar olan alanlarda Doğuda Batı kesimden daha gür bir şekilde olmak üzere yer yer daralan yer yerde genişleyen bir şerit halinde aşağı seviyelerde bazı maki elemanlarını da (Sandal, Kocayemiş, Menengiç, Akçakesme) içine alacak şekilde devam eder. Sonra ise Kuzey yamaçları boyunca 200 m başlıyan kayın, kestane, ıhlamur, gürgen, meşe, akçaağaç, kızılağaç gibi yapraklarını döken ağaçlardan oluşan ve 1200 m. ye kadar devam eden bir kuşak ile karşılaşılır. Burası aynı zamanda yapraklı koru ormanları olarak bilinen sahadır. Karadeniz Bölgesi'ndeki orman alanları 1200 m. den sonra Batı, Orta ve Doğu kesimde değişik bir görüntü verir. Buna göre Batı ve Orta kesimde kıyıda karaçam ve göknarlar yoğunlukta olurken doğuda göknar, sarıçam ve ladinler yoğunluk kazanır. Karadeniz dağlarının Güney yamaçlarında ve ikinci sıralar üzerinde aşağı seviyelerde kuru ormanlar hakimdir. Burada aşağı seviyelerde çeşitli meşe türleri yoğunlukta olurken üst seviyelerde 600-800 m.'den 1000 m.'ye kadar olan kesimlerde yapraklarını dökenler (kayın, gürgen, kızılağaç, kırağaç, ıhlamur) üst seviyelerde ise sarıçam, karaçam, ardıç ve göknarlar yer alır. Kuzey Anadolu dağlarında orman üst sınırı 2000 m. civarındadır. Bu yükseltiden sonra ağaçlar ortadan kalkar. Sahada Alpin çayırlar başlar. Türkiye genelinde Karadeniz ormanları %32 bir değer gösterir ki bu da bütün orman alanlarımızın üçte biridir.


Batı Anadolu "Marmara ve Ege Bölgesi" Ormanları
Bu sahadaki ormanlık alanlar Marmara Bölgesinin Kocaeli, Samanlı dağları, Bursa, Biga Korudağı ve Istranca yörelerinde dikkati çeker. Özelliklede kuzey yamaçlarda yaygındır. Bu bakımdan Uludağ, ağaççık katı, yapraklı ormanlar katı, iğne yapraklılar ve Alpin çayır katı olmak üzere bir kademeli yapı gösterir. Batı bölgesi ormanlık alanları ülkemiz ormanlık sahalarının %38'ini kaplar. Buradaki belli başlı türler ise meşe, kayın, kestane, gürgen, göknar, karaçam, kızılçamdır. Marmara bölgesinde Uludağ'da ormanın üst sınırı 2100'dir, bu yükseltiden sonra tek tük ortaya çıkan cüce ardıçlardan sonra Alpin çayırlar başlar. Bu saha dışında Samanlı dağlarında 350-400 metrelerden sonra, Istrancalarda, Koru dağında ve Edremit kuzeyinde Kazdağ ile çevresinde ormanlık alanlara rastlanır. Bu kesimlerde kuzey yamaçlar nemli ormanları oluştururken güney yamaçlar kuru ormanlardır. Kazdağ ve çevresi kayın ile karaçam ormanları yanında 1200'den sonra dikkati çeken Kazdağ Göknarı ile ünlüdür. Kurakçıl orman özelliği gösteren Ege Bölgesi orman alanları ise genelde Horst sahaları üzerinde yer alır. Meşe ve ardıç türleri yanında kızıl çamlar buradaki başlıca türlerdir. Aydın dağları, Bozdağlar, Manisa ve Samsun dağı bu bakımdan gelişmiş kütlelerdir. Bu kütleler dışında Kozak kütlesi, Beşparmak ile Madranbaba dağları fıstık çamlarının yoğunluk kazandığı dağlardır. Ayrıca güney kesimde Datça yarımadasının doğusu Marmaris, Köyceğiz çevresinde alçak kesimlerde görülen Sığla günlük ağaçlarının teşkil ettiği ormanlar relikt bir topluluk olarak karşımıza çıkarlar. Ege bölgesindeki yüksek alanlarda ormanın üst sınırı 2100 m. bulur.

Akdeniz Bölgesi Ormanları
Bu bölgemizdeki ormanlar Dalaman çayı vadisinin doğu kesiminden başlayıp İskenderun Körfezi'nin doğusuna kadar devam eden Toros ve Amanus dağları üzerinde
yer alır. Buradaki ormanlar genelde 700-800 m. yükseltiye kadar çıkan maki formasyonunun üzerinden başlar ve 2100 m.'ye kadar olan yükseltide devam ederler.
Alt seviyelerde kızılçam ve çeşitli meşe türleri hakim olurken üst seviyeler 1200-2100 m. arası sedir, göknar ve ardıçlardan oluşur. Özellikle Lübnan sediri, Toros göknarı başlıca türlerdir. Bu bölgemizdeki orman alanları ülkemiz ormanlarının %20'sini kaplarlar. Akdeniz kıyıları boyunca uzanan ormanlarımızın %80'ni koru ormanı olurken %20 baltalık şeklindedir.

İç Bölgelerimizin Orman Alanları
İç bölgelerimiz orman alanları bakımından fakir bölgelerimizdir. İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizdeki toplam orman alanı tüm Türkiye ormanları içinde ancak %10 gibi bir değere sahiptir. Bunda başlıca neden ise klimatik şartlardaki elverişsizlik ve yüzyıllar boyunca süregelen tahriptir. Özellikle yağışlardaki yetersizlik uzun süren kurak devreler ağaçlanmayı önler. İç Anadoludaki orman alanları volkanik yapı gösteren yüksek dağlar (Melendiz, Erciyes, Hasandağ) ile Yozgat Sivas arasındaki Akdağ yamaçlarında meşe toplulukları ardıç ve karaçam kümeleri halinde dikkati çeker.
Doğu Anadolu'da ise ormanlık alanların hakim türü meşelerdir. Plato ve yüksek dağlar üzerinde parçalar halinde kuru orman karakterinde bulunurlar. Özellikle Güneydoğu Toroslar'da Mazı dağı, Kulp dağı ile Tunceli, Bingöl çevrelerinde yoğunluk kazanan bu ormanlar 850 m.'den başlayıp 2400-2600 m.'ye kadar çıkarlar. Doğu Anadolu Bölgesi'nde (Kuzeydoğuda Yalnızçam dağlarında, Sarıkamış çevresinde) ülkemizdeki orman sınırının en yüksek olduğu noktaya (2800 m.) ulaşılır, burada Sarıçam korulukları dikkat çeker.

Maki ve Garig Formasyonu
Genelde Akdeniz ikliminin hakim olduğu yerlerde ve orman tahribinin yoğun olduğu sahalarda ince gövdeli, sert, bazen kenarları dikensi, cilalı daimi yeşil yapraklı 3-4 m. boyları olan çalı görünüşlü ya da ağaççık şeklindeki bitki toplulukları maki formasyonu olarak adlandırılır. Bu formasyonu ülkemizde en yaygın olarak Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgelerimizde görürüz. Bu bölgelerimizde deniz seviyesinden başlayıp yer yer 600 m.'ye kadar olan sahalarda Maki formasyonu yoğun bir şekilde karşımıza çıkar. Bu formasyonun başlıca türleri Kocayemiş, Sandal, Funda, Mersin, Menengiç, Keçiboynuzu, Pırnal Meşesi, Defne, Akçakesme, Erguvan, Katran ardıçı, Katırtırnağı, Zakkum, Laden, Tesbihtir. Bu türler gerçek Akdeniz ikliminden uzaklaştıkça çeşit bakımından azalmaları yanında karakter bakımındanda değişikliklere (Karadeniz Bölgesinde kışın yapraklarını döken Kızılcık, Geyikdikeni, Böğürtlen, Yabani erik, Yabani elma, Üvez, v.s.) uğrarlar.
Garik formasyonunun ise Akdeniz ikliminin hakim olduğu alanlarda ancak toprak şartlarının daha elverişsiz eğimlerin daha fazla ve yağışların daha az olduğu kesimlerde ayrıca makilerin tahrip olduğu sahalarda karşımıza çıkar. Bunlar son derece kurakçıl bitki topluluklarıdır. Başlıca türleri kermez meşesi, akçakesme, kekik, adaçayı, laden, katran ardıçı ve gevendir.


Step Formasyonu
Yağışların daha az mevsimler arasındaki sıcaklık farklarının daha fazla olduğu alanlar ot formasyonunun geliştiği sahalardır. Ot cinsi bitkilerden meydana gelen stepler, diğer bir değişle bozkırlar ülkemiz bütününde çok geniş alanlar kaplar. Bu sahaların bir kısmı doğal olurken bir kısmı da ormanların insanlar tarafından tahribi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan İç Anadolunun orta bölümü (Konya ve Ereğli havzaları, Tuz gölü çevreleri) asıl step sahası olarak karşımıza çıkar. Step formasyonunun gelişme gösterdiği bu bölümde yağışlar 250 mm. altına düşer. Bu sahada görülen bitkiler kendilerini kurak şartlara son derece adapte etmişler ve keçe gibi tüylü dikenli, az yapraklı olarak karşımıza çıkarlar. Gerçek step alanları dışında ormanların tahribi ile ortaya çıkan step sahaları ise çok daha geniş sahalar kaplar. Bu bakımdan Doğu Anadolu platoları geniş ot formasyonu sahası olarak karşımıza çıkar. Buralarda görülen türler genelde yılın en yağışlı devresinde hızlı bir gelişme gösterir. Daha sonra ise vejetatif hayatını son derece yavaşlatır. Step formasyonunda yer alan bitkilerin bir kısmı kısa yaşamlı olurken bir kısmıda yaşamını yıl boyunca devam ettirir.
Buradaki türler daha ziyade soğanlı, yumrulu, dikenli ve kokuludurlar. Başlıcaları ise geven, yavşan otu, yumak otu, üzerlik otu, deve dikeni, sütleğen, kekiktir.

Alpin Çayırlar
Genellikle dağların yüksek kesimlerinde orman örtüsünün üst sınırından sonra ortaya çıkan ot örtüsü alanı Alpin çayırlar olarak bilinir. Ülkemizde Alpin çayırlar dağların 2100 m. den sonraki kesimlerde görülmeye başlar. İlkbahar ve yaz mevsimlerinde karların erimesi ile ortaya çıkan bu çayırlar rengarenk açan çiçekleri yanında yer yer de 1 m.'yi bulan uzun boyları ile dikkat çekerler. Kuzeyde yer alan Karadeniz Dağları ile Torosların yüksek seviyeleri yanında Kars-Ardahan yaylasının bulunduğu alan ülkemizde Alpin çayırlarının en belirgin görüldüğü sahalardır. Sıcaklık derecesinin ağaç yetişmesine imkan vermediği bu alanlar genelde yılın büyük kesiminde karla örtülü olurken yaz mevsiminde bulutsuz açık atmosferi yanında elverişli sıcaklık koşulları ile çayırların gelişme alanıdır. Bu sahalar ayrıca ülkemizde büyükbaş hayvancılık ekonomisinin yürütüldüğü önemli sahalardır.


Kıyı Bitkileri
Üç yanı denizlerle çevrili olan ülkemizin 8000 km.'yi bulan kıyılarında yer yer görülen kumsal, plaj sahaları ve deltalar üzerinde çeşitli kıyı bitkileri ile karşılaşılır. Uzun kumul setleri ve onların gerisindeki art kıyı setleri arasında tuzlu bataklıklar ile delta alanlarında kumcul ve tuzcul kıyı bitkileri içinde en önemli türler olarak çeşitli saz ve kamış türleri yanında Ilgın, Hayıt, Zakkum ve Ka raçalıyı sayabiliriz.



Kaynak: aof.edu.tr
read more

Görsel Sanatlar ve özellikleri nedir?

Görsel sanat, göze hitab eder.İşitsel sanat,kulağa hitab eder.Son olarak dramatik sanat,hem göze hem kulağa hitab eder.Görsel sanatlar;resim,fotoğraf,mimari ve heykel.İşitsel sanatlar;şiir,edebiyat ve müziktir.Dramatik sanatlar bunların hepsini kapsar.Yani;resim,fotoğref,mimari,heykel,şiir,edebiyat ve müziktir.

GÖRSEL SANATLAR
Görsel sanatlar eğitiminin konusu; algılama, düşünme ve bedensel eylemlerin de katıldığı, süreç içerisinde kendini ifade etme şeklidir. Öğrenciler bireysel yeteneklerini, estetik ve eleştirel yönlerini keşfederek, orijinal çözümler bulurlar.
Sanata farklı bir gözle bakarak, kültürler arası farkındalığa duyarlı, özgüven duyguları gelişmiş bireyler olarak yetişirler.

Irmak Okulları'nda Görsel Sanatlar eğitimi almış bir öğrenci, mezun olurken;
• Özgün düşünme, üretme ve deneme kapasitelerini geliştirmiştir.
• Estetik duygusunun gelişmesiyle, sanat ve tasarımla ilgili olarak bilinçli estetik yargılar üretebilir.
• Sanatsal yaratma hazzını duyar, sanatçıyı takdir eder.
• Görsel sanatlarda kullanılan yöntem ve teknikleri bilir ve kullanır.
• Müzeleri, sanat galeri ve akademilerini gezmiştir.
• Röprodüksiyon çalışması yaparak, sanat akımlarıyla birlikte Türk ve dünya sanatçılarını incelemiştir.
Okulumuzda sanat eğitimi programları hazırlanırken, derslerimizi destekleyen sanat etkinliklerine yoğun bir şekilde yer verilmektedir. Bu etkinliklerin en önemli kısmını sanatsal geziler oluşturmaktadır.
Sanat fuarları, bienaller, sanat galerileri, sanat atölyeleri, müze ve güzel sanatlar akademilerine düzenlenen gezilerde öğrencilerimizin, sanat eserlerini yakından görerek tanımalarına, bu eserlerin özgünlüğünü, görsel algılama deneyimini yerinde ve ilk elden görerek yaşamalarına olanak sağlanmaktadır.
Irmak Okulları'nda Görsel Sanatlar dersleri iki bölüm halinde işlenmektedir. Görsel Sanatlar dersi haftada 1 saat , Teknoloji Tasarımı dersi haftada 1 saattir.
Görsel Sanatlar derslerinde; desen bilgisi ve görsel algılama, resimde şekil ve yüzey, kompozisyon, renk, resim teknikleri verilirken, Teknoloji Tasarımı dersinde ise farklılıkları bulma, hayal kurma, sorgulama, yaratıcı düşünme, akıl yürütme süreçleri vurgulanmaktadır.

Bu çalışmalar sırasında öğrenciler her yaş seviyesine uygun olarak eser incelemesi yapıp, sanatçıları tanırlar.

read more

Sindirim Sistemini Oluşturan Yapı ve Organlar nelerdir?

Besin maddelerinin içeriklerine göre karbonhidrat, yağ, protein, vitamin, su ve mineraller olarak gruplandırıldığını biliyoruz. Besin içerikleri büyük moleküllerdir. Büyük moleküllü besin içeriklerinin hücrelerimizin kullanabileceği kadar küçük moleküllere parçalanması gerekir. Yediğimiz besinler hücrelerimize geçebilecek duruma sindirim işlemi sonucunda gelir.

Sindirim büyük moleküllü besin içeriklerinin hücrelerimizin kullanabileceği kadar küçük moleküllere dönüştürülmesidir. Öyleyse vücudumuzda sindirim nasıl Gerçekleşir? Besinlerin hücrelerimiz tarafından kullanılabilecek kadar küçük parçalar bölerek kana geçişini sağlamak sindirim sisteminin
Sindirim çiğnemeyle başlar. Besinlerin çiğneme ve kas hareketleriyle küçük parçalara ayrılması mekanik sindirimdir. Besinlerin enzim adı verilen bazı salgılar yardımıyla parçalanmasına ise kimyasal sindirim denir.

Sindirim: Büyük moleküllü besin maddelerinin, sindirim sistemi organlarında parçalanarak, kana geçebilecek hale gelmesine sindirim denir.
Büyük moleküllü besin maddeleri:

Karbonhidratlar ------------------>Glikoz
Proteinler ------------------>Amino asit
Yağlar ------------------>Yağ asidi+ gliserol (gliserin)
Şeklindeki küçük moleküller haline gelerek kana geçerler.

Sindirim faaliyetleri iki çeşittir: Mekanik sindirim ve Kimyasal sindirim

1) Mekanik Sindirim: Besinlerin sindirim enzimleri kullanılmadan, yalnızca fiziksel olarak – dil, diş, mide, bağırsak hareketleri sayesinde- parçalanıp, küçük parçacıklar haline getirilmesidir. Yani besinlerin kesilmesi, parçalanması, mide ve bağırsaklarda salgılanan sular sayesinde boza kıvamına getirilmesidir.
2) Kimyasal Sindirim: Parçalanmış ve sulandırılmış besinlerin enzimler yardımıyla ( tükürük, mide ve bağırsak öz suları, pankreas ve karaciğer salgılarıyla) kimyasal değişime uğrayıp, yapı taşlarına parçalanmasına denir. Kimyasal sindirimde mutlaka enzim ve su kullanılır.

Kimyasal Sindirimin Özeti

Salgılanan Yer Sindirdiği Sindirim Sıvısı Besinler Tükürük Bezleri Tükürük Karbonhidratlar Mide Mide öz suyu Proteinler Karaciğer Öd (safra) Yağlar Pankreas Pankreas öz suyu Karbonhidratlar ,Yağlar ,Proteinler İnce bağırsak Bağırsak öz suyu Karbonhidratlar Proteinler

Önemli NOT:

*Kimyasal sindirimde enzimlerin besin içerikleri küçük moleküllere parçalanmaktadır. Besin içeriklerinin her biri sindirim sırasında küçük moleküllere parçalanır.

*Beslenme: Hücrelerin canlılığını koruması ,yeni bileşikler sentezlemesi enerji kaynağı olarak kullanması için dışardan karbonhidrat , yağ , vitamin su ve minerallerin alınması olayıdır.

*Bir hücreliler , süngerler vb basit yapılı hücrelerin içindeki besinler kofullarında sindirilir.

*Yutma:besinlerin ağızdan mideye ulaşması olayıdır. Yutma sırasında soluk borusuna besin kaçmasını önlemek için anlık olarak solunum durur.

Sindirim Sistemimizi Oluşturan Yapı ve Organlar

Ağız:
Besinlerin mekanik sindirimi çiğneme ile gerçekleşir. Karbonhidratların kimyasal sindirimi ise tükürük içerisinde bulunan enzimler sayesinde başlar.

Yanaklar, dudaklar, küçük dil ve damak tarafından çevrilmiş boşluktur. Ağızda dişler, dil ve tükürük bezleri bulunur.

a)Dişler:
Dişler besinleri parçalayıp öğüterek mekanik sindirimi başlatır. Yetişkin bir insanda 32 tane diş bulunur. Bir dişe dıştan bakıldığında taç, boyun, kök olmak üzere üç kısım vardır.
Taç: Dişin dıştan görünen, beyaz kısmıdır. Mine ve dentin tabakaları buradadır.
Boyun: Taç ile kök arasındaki, diş etlerinin sarıldığı kısımdır.
Kök: Dişin çene kemiğine yerleştiği kısımdır.
Not: Dentin (fildişi ) tabakasının içinde diş özü bulunur ve canlıdır. Mine tabakası, sıcak, soğuk ve sert şeylerden çatlar. Bu çatlağa yerleşen mikroplar dişin çürümesine yol açar. Çürük, diş özüne ulaşırsa ağrı yapar.
Dil: Ağızda lokmayı çeviren ve dişlere sevk eden kısımdır. Çizgili kastan yapılmış olup, üzerinde tad alma hücreleri vardır. Dil, aynı zamanda konuşma organımızdır.
c) Tükürük Bezleri: Tükürük bezleri yüz kasları arasına yerleşmiş, üzün salkımı şeklindeki bezeler olup, tükürük salgılar. Tükürük, çoğu sudan ibaret olan bir sıvıdır. İçerisinde mukus, amilaz (pityalin) enzimi ve madensel tuzlar bulunur.
Tükürük bezleri üç tanedir: 1- Kulak altı 2- Dil altı 3- Çene altı. Kulak altı bezlerinin iltihaplanması kabakulak hastalığıdır.

Yutak: Besinlerin ağızdan yemek borusuna iletilmesini sağlar.Yutakta sindirim olmaz.

Yemek Borusu: Besinleri yapısında bulunan kaslar yardımıyla mideye iletir.Yemek borusunda sindirim gerçekleşmez.

Mide:
Besinlerin mekanik sindirimi, midenin kasılıp gevşeme hareketi ile devam eder. Kimyasal sindirim ise mide öz suyu içinde bulunan mide asidi ve enzimler tarafından gerçekleştirilir. Böylece, besinler parçalanarak küçük moleküller hâline getirilmiş olur. Proteinlerin sindirimi midede başlar.

Mide, karın boşluğunun sol tarafında, diyaframın altında yer alan, çaydanlık biçiminde bir torbadır. Mide, üst taraftan mide ağzı (kardia kapakçığı ) ve alt taraftan mide kapısı (pilor kapağı) ile on iki parmak bağırsağına bağlanır.
Midenin yapısı üç tabakadır: en dışta zar (periton) , ortada kas, en içte ise mukoza tabakaları bulunur.
Midenin en içindeki mukoza tabakasında bulunan mukoza hücreleri, şekil değiştirerek mide bezlerini oluşturur. Mide bezleri önemlidir çünkü mide öz suyu salgılarlar.
Mide öz suyunda; hidroklorik asit (HCl), pepsin enzimi ve lap enzimleri bulunur.
*Hidroklorik asit hem diğer enzimlerin etkinliğini artırır, hem de besinlerle gelen mikropları öldürür. Midemiz bu asitten etkilenmez çünkü mukoza tabakasının ürettiği mukus mide çeperini korur. Aksi halde mide delinir ve ülser oluşur.
*Ayrıca mukus sayesinde ve mide kaslarının hareketi sayesinde mideye gelen besinler yumuşar. Bu da midede gerçekleşen mekanik sindirimdir.
*Proteinlerin kimyasal sindirimi ilk olarak midede gerçekleşir. Mide öz suyu, pepsin ve lap enzimleri sayesinde proteinler yapı taşlarına ayrılmaya başlar.
Midede sindirim besinlerin çeşidine göre 1- 4 saat sürer. Bu süre içinde mide alt kapısı pilor, ara ara açılarak besinlerin, ince bağırsağın on iki parmak bağırsağı kısmına aktarılması sağlanır.

İnce Bağırsak:
Yağların kimyasal sindirimi burada başlar. İnce bağırsağa gelen pankreas öz suyu ile yağların, karbonhidratların ve proteinlerin sindirimi tamamlanır. B esinler ince bağırsakta en küçük moleküllerine kadar parçalanır. Bu moleküllerin ince bağırsaktan kan damarlarına geçmesi olayına emilim adı verilir. İnce bağırsak, sindirim sistemimizin en uzun bölümüdür.

İnce Bağırsak7- 8 m. Uzunluğunda, 2–3 cm genişliğinde olup, mide kapısından sonra gelen kısımdır. Yapısı mide gibi üç katlıdır: En dışta periton ( zar), ortada kaslar, en içte bağırsak epiteli bulunur.

Onikiparmak bağırsağı: İnce bağırsağın mide ile birleşen ilk kısmına onikiparmak bağırsağı denir. ( ilk 20 -25 cm’lik
kısım) . Kıvrımlı bir yapıya sahiptir. İnce bağırsağın en önemli kısmıdır. Buraya karaciğerin safra salgısı (koledok kanalı ile) ve pankreasın sindirim enzimleri (virsung kanalı ile ) boşaltılır.
*Onikiparmak bağırsağında karbonhidrat, protein ve yağların sindirimi gerçekleşir. Yağların sindirimi, karaciğerden gelen safra salgısının etkisiyle ilk kez burada başlar. ( safra bir enzim değildir. Yağları yapı taşına ayırmaz, yağ damlacıklarına dönüştürür.)
Onikiparmak bağırsağından sonra gelen ince bağırsağın diğer kısımları kıvrımlar yaparak uzanır. İnce bağırsağın iç yüzeyinde salgı bezleri ile villus denilen ve sayıları 5 milyonu bulan tümürler vardır.
Salgı bezleri, karbonhidrat, protein ve yağların sindirimini sona erdirecek enzimler üretir. Kimyasal sindirim ince bağırsakta son bulur. Villuslar sayesinde ise emilim yüzeyi artmış olur ve sindirilmiş besinlerin emilimi kolaylaşır.

İnce Bağırsağının Görevi: Ağızda kısmen sindirilmiş karbonhidratlar ile midede kısmen sindirilmiş proteinlerin ve sindirimi henüz başlamamış olan yağların sindirimini gerçekleştirmek ve tamamlamaktır. Diğer görevi ise, villuslar sayesinde sindirilen besinlerin emilmesini ve böylece kana karışmasını sağlamaktır.

Böylece şimdiye kadar anlattığımız süreçte:
Proteinler -------------->amino asitlere
Karbonhidratlar -------------->glikoza
Yağlar -------------->yağ asidi ve gliserin ( gliserol) e dönüştürülmüş olur.
Su, mineraller ve vitaminler sindirime uğramazlar.

Kalın Bağırsak:
Besinler içerisinde kalan su, kalın bağırsak tarafından emilir. Atık maddeler ise sindirim sisteminin son bölümü olan anüse gönderilir.

Kalın Bağırsak İnce bağırsaktan anüse kadar yaklaşık 6 cm çapında, 1,5 m uzunluğunda bir borudur. İnce bağırsakla kalın bağırsağın birleştiği yerde kör bağırsak bulunur. Kör bağırsaktan çıkan parmak şeklindeki uzantıya apandis denir. Apandisin iltihaplanmasına ise apandisit denir. Kalın bağırsağın dışa açılan kısmına anüs denir.

Sindirilen Besinlerin Kana Geçmesi
Besin maddelerinin sindirimi tamamlandıktan sonra dolaşım sistemine aktarılmasına emilim denir. İki yolla olur:
1- Kılcal Kan Damarlarıyla: Glikoz (şeker) , amino asit, mineraller, suda çözünen vitaminler (B ve C ) ve su, villuslar tarafından emilerek, kılcal kan damarlarına geçer. Ve kan damarları aracılığıyla önce karaciğere taşınır. Karaciğerde zehirlerinden arındırılır. Protein – şeker oranı ayarlanır. Kandaki şeker dengesi sağlanır. Buradan kalbin sağ kulakçığına taşınır.
2- Lenf Yoluyla: Yağ asidi ve gliserin ve yağda çözünen vitaminler (A,D,E,K ), villuslardaki lenf damarlarıyla emilir. Lenf sistemine karışır. Bu yolla kalbin sağ kulakçığına taşınır.
Yağ asidi ve gliserin, lenf damarlarından geçerken üzerleri ince bir protein kılıfla kaplanarak yağ molekülü oluşturulur. Çünkü gliserin alkol özelliği taşır. Alkol, hücre zarını erittiğinden doğrudan kana karışması zararlıdır.

!!!! Kalın bağırsakta kimyasal ya da mekanik sindirim yapılmaz !!!!

Yalnızca ince bağırsakta sindirilemeyen atıklar buraya taşınır. Gelen atıklara karışan su ve mineraller gibi yararlı maddeler emilerek kana verilir. Arta kalan maddeler, kalınbağırsağın son kısmı olan rektuma gelir ve anüsten dışarı atılır.

Sindirim sisteminin her yerinde bulunan çürükçül bakteriler en çok kalın bağırsakta bulunur. Dışkının rengi ve kokusu bu bakterilerden kaynaklanır. Ayrıca kalın bağırsakta yaşayan yararlı bakteriler B ve K vitamini sentezler.

Anüs: Besin maddelerinin vücudumuz tarafından kullanılamayan bölümü anüs yoluyla atık madde olarak vücuttan uzaklaştırılır.

Sindirime Yardımcı Organlar

Karaciğer: Safra adı verilen bir salgı üretir. Safra salgısı bir kanal yoluyla, yağların kimyasal sindirimini gerçekleştirmek üzere ince bağırsağa gönderilir.

Karaciğer Vücudun en büyük organı olup ( yaklaşık 2 kg kadar), karın boşluğunda ve sağ üst kısmında yer alır. Karaciğer sağ lob ve sol lob olmak üzere iki kısma ayrılır. Loblarda öd salgısı ( safra ) üretilir. Karaciğerden ayrılan bir kanal, loblarda üretilen safrayı safra kesesine taşır.
Safra kesesinden çıkan koledok kanalı ise, safra salgısını on iki parmak bağırsağına taşır. Burada safra salgısı yağları yağ damlaları şeklinde inceltmek ve böylece yağların sindirim yüzeyini artırmak için kullanılır.
Safra salgısı yavaş yavaş suyunu kaybederse safra taşları oluşur. Bu durumda koledok kanalı tıkanabilir. Safra geri emilerek kana karışır ve kan yoluyla dokulara taşınır. Böylece, sarılık hastalığı oluşur.
Karaciğerin Görevleri:
Karaciğerin 400 ‘e yakın görevi vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
1- Yağların sindirimini hızlandıran ve rektumda zararlı bakterilerin üremesini engelleyen safra sıvısı üretmek.
2- A, D, E, K , B 12 vitaminlerini depolamak, A vitamini üretmek.
3- Enerji kaynağımız olan glikozu, karaciğerde glikojen şeklinde depolayıp, insülin hormonu denetiminde kana vermek.
4- Bazı zararlı maddeleri zararsız hale getirmek.
5- Kanın pıhtılaşmasında görev alan proteinleri üretmek.
6- Protein, yağ ve karbonhidrat metabolizmasını düzenlemek. Proteinlerin karbonhidrat ve yağa dönüşmesini sağlamak.
7- Lenf yapımında görevlidir.
8- Proteinlerin parçalanması sonucu açığa çıkan amonyağı, daha az zehirli olan üre haline dönüştürmek.
9- Yaşlı alyuvarların parçalanması ile açığa çıkan demiri depolamak. Ve alyuvar hücresi üretmek.

Pankreas: Pankreas öz suyunu salgılar. Pankreas öz suyu proteinlerin, karbonhidratların ve yağların kimyasal sindirimini gerçekleştiren enzimler içerir.

Midenin sol alt kısmında yer alır. Uzunca bir yaprağı andırır. Ortasında boydan boya uzanan bir kanal vardır. Pankreas hem hormon, hem de enzim salgılayan karma bir bezdir.
* Pankreas, ince bağırsağın uyarması sonucu öz su salgılar. Pankreas öz suyunda lipaz, amilaz ve tripsinojen enzimleri bulunur.
Lipaz, amilaz ve tirpsinojen enzimleri, protein, yağ ve karbonhidrat sindiriminde etkilidir. Pankreas, bu enzimleri virsung kanalı ile onikiparmak bağırsağına aktarır.
* Pankreas aynı zamanda insülin ve glukagon hormonlarını salgılar ve doğrudan kana verir. İnsülin kandaki şeker oranını azaltıcı etki yapar. Glukagon ise kandaki şeker oranını artırıcı etki yapar. İnsülin hormonunun çeşitli sebeplerle yeterince salgılanamaması şeker hastalığına yol açar. Çünkü böyle bir durumda kandaki şeker miktarı yükselir.

Önemli NOT:

*Ağızda Mekanik Sindirim: Ağza alınan besinlerin tükürük sıvısıyla ıslatılıp, dişler yardımıyla parçalanması olayıdır.
*Ağızda Kimyasal Sindirim: Ağza alınan nişastalı besinlere, tükürük sıvısı içindeki pityalin enzimi etki ederek, nişastayı bir çeşit şekere (glikoza ) çevirir. Nişastalı besinlerin ağzımızda tatlanmasının sebebi budur. Yani karbonhidratların sindirimi ağızda başlar.
*Sindirim sistemi yapı ve organlarına sırası ile ağız, yutak, yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak ve anüs dür.

*Sindirimin sadece midede gerçekleşmez. Besinlerin ağız ve midede mekanik, ağız, mide ve ince bağırsaklarda ise kimyasal sindiriminin gerçekleşir.

*Enzim:Canlılarda meydana gelen kimyasal reaksiyonları hızlandıran protein yapısındaki maddelerdir. Sindirim sırasında kimyasal sindirimde görev alırlar.

*Karaciğer yalnızca sindirimde görev almaz. Karaciğerin vücuttaki diğer görevleri ise; Zehirli maddelerin zehirsiz hale getirilmesi , A vitamini sentezlenmesi , kanın pıhtılaşmasını önleyici madde üretimi , yaşlı alyuvar hücreleri parçalama ve fazla karbonhidrat ve proteinleri yağa dönüştürmektir.

*Midede karbonhidrat sindirimi görülmez
*Ağızda protein sindirimi yoktur.
*Yağların sindirimi yalnızca ince bağırsakta gerçekleşir. Ağız ve midede yağ sindirimi olmaz..

Yukarıdaki şekilde Enzimler, büyük moleküllü karbonhidrat , protein ve yağları (besin içeriklerini ) küçük moleküllere dönüştürür.Tespihi tanelerine veya tarağı tırnaklarına ayırmak gibi bir olaydır.

Üstteki şemada sindirim sistemimizde besin içeriklerinin kimyasal sindirim sırasında geçirdikleri değiiim görülmektedir.(örnek olarak tespih gibi giren karbonhidratın tanelerine parçalanışını sindirim organlarına göre gözleyebilirsiniz)

Önemli NOT:

*Besin içeriklerinden karbonhidrat, yağ ve proteinlerin sindirime uğrar ve ince bağırsaktan emilerek kana geçer.

*Su, vitamin ve minerallerin sindirime uğramadan kalın bağırsaktan emilir ve kana karışırlar.

Yukarıdaki şemada sindirime uğrayan besinlerin bağırsaklardan kana, kandan da vücut hücrelerine geçişi görülmektedir.

Önemli NOT:

*Besinlerin Taşınması:İnce bağırsağın yüzeyindeki villüsler içindeki kılcal kan damarları ilelenf kılcalları ile yağların yapı taşları taşınır

Sindirim Sistemimizin Sağlığını Korumak

Doğru Beslenmeyi Öğrenmek:

Dengeli ve yeterli beslenmemiz gerektiğini uzmanlardan ve büyüklerimizden sıkça duyarız. Dengeli ve yeterli beslenmek niçin bu kadar önemlidir? Vücudumuzun günlük enerji gereksinimini karşılamak, büyümemiz ve gelişmemizin sağlıklı olabilmesi için dengeli ve yeterli beslenmemiz gerekir. Yemek yemek temel ihtiyaçlarımızdandır. Ancak vücudumuz besinlerin ihtiyacımızdan fazla olan kısmını harcayamaz ve bunları yağa dönüştürerek depolar. Depolanan yağlar ise zamanla şişmanlığa sebep olur.

Dengeli ve yeterli beslenme besin içerikleri olan protein, karbonhidrat, yağ, vitamin, mineral ve suyun, ihtiyacımızı karşılayacak oranda ve birlikte alınmasıdır.

Stres ile dengesiz ve yetersiz beslenme sindirim sistemi sağlığını olumsuz etkileyen faktörlerdendir. Lifli besinleri tüketmek ve dengeli ve yeterli beslenmek ise sindirim sisteminin sağlığını olumlu etkiler.

Sindirim sistemimizin sağlığını korumak için:

• Çok sıcak ve çok soğuk şeyler yiyip içmemeliyiz.
• Lokmaları iyice çiğnemeli ve yavaş yemeliyiz.
• Sofradan tam olarak doymadan kalkmalıyız.
• Yemek sırasında ve yemekten sonra fazla su içmemeliyiz.
• Yemekten sonra bir saat kadar istirahat etmeliyiz.
• Yemeğe çiğ salata veya taze meyve ile başlamalıyız.
• Kafeinli ve asitli içeceklerden uzak durmalıyız.

Sindirim Sistemi Hastalıkları:

Ülser: Mide öz suyunun mide ve onikiparmak bağırsağını aşındırmasıdır.
Tifo: Kirli su ve mikroplu yiyeceklerle geçen basillerin oluşturduğu bir hastalıktır.
Dizanteri: Basillerin ya da amiplerin kalın bağırsağa yerleşerek yol açtıkları bir hastalıktır.
Kolera: Yiyecekler veya dışkıyla bulaşan virgül şeklindeki bakterilerin oluşturduğu bir hastalıktır.
İshal: Bütün bulaşıcı hastalıklar, bağırsak parazitleri, beslenme ve emilim bozukluklarında ortaya çıkan bir hastalıktır.
Gıda zehirlenmesi: Bozulmuş, mikroplu veya kirli besinlerin yol açtığı bir hastalıktır.
Apandisit: Kör bağırsaktaki apandisin iltihaplanmasıdır.

Alkolden ve Sigaradan Uzak Durmak:

Alkol, midenin iç yüzeyini örten tabakayı tahriş ederek gastrite ve kusmaya yol açabilir. Midenin üst bölümüyle yemek borusunun alt bölümünde küçük yırtıklara sebep olabilir. Alkolün uzun süre kullanılması özellikle B vitaminlerinin ve diğer besinlerin emilimini engelleyebilir. Ayrıca yüksek miktarda tüketilen alkol, karaciğer için önemli bir tehdit oluşturur. Sigara içme alışkanlığı da benzer sorunlara yol açar. Sindirim sistemimiz yediğimiz besinlerin sindirilmesini ve bu besinlerin ince bağırsak tarafından emilerek kanımıza geçmesini sağlar. Sindirim sonucu oluşan küçük moleküller dolaşım sistemimiz aracılığıyla hücrelerimize kadar taşınır. Vücudumuz besin içeriklerini enerji üretmek, yapım ve onarımını gerçekleştirmek ve faaliyetlerini düzenlemek için kullanır. Vücudumuz bu önemli görevlerini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu besin içeriklerini besin gruplarından sağlar. Aşağıdaki metni okuyarak besin gruplarının yeterli ve dengeli bir şekilde tüketilmesinin vücudumuz ve sindirim sistemimizin sağlığı için önemini kavrayalım.

DENGELİ VE YETERLİ BESLENMENİN ÖNEMİ

Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi, vatandaşlarımızın beslenme konusunda bilinçlenmelerine katkıda bulunmak amacıyla “Türkiye’ye Özgü Beslenme Rehberi”ni hazırlamıştır. Rehberde, her gün alınması gereken temel besinler, yandaki dört yapraklı yonca şekli üzerinde gösterilmiştir. Yoncanın her bir yaprağı bir besin grubunu göstermektedir. Her bir besin grubu ve bunların vücudumuz için önemi aşağıda belirtilmiştir.

SÜT GRUBU

Süt yoğurt, peynir ve süt tozu gibi sütten yapılan besinlerdir. Bu besinler kalsiyum minerali ve yağ içerir. Yetişkinlerin günde iki, çocukların ve gençlerin ise üç-dört porsiyon süt ve süt ürünü tüketmeleri gerekir. (Bir orta boy su bardağı süt veya yoğurt ile iki kibrit kutusu büyüklüğündeki peynir bir porsiyondur.)

Vücudumuz İçin Önemi

• Süt ürünlerinde bulunan kalsiyum, kemiklerimizin ve dişlerimizin sağlıklı gelişmesini sağlar.
• Hücrelerimizin çalışmasında önemli rol oynar.
• Yoğurt yemek ve tuzlu ayran içmek, ishal tedavisinde hayati önem taşır.

ET, YUMURTA VE KURUBAKLAGİL GRUBU

Et, tavuk, balık, yumurta, kuru fasulye, nohut, mercimek, ceviz, fındık, fıstık gibi yağlı tohumlu besinler bu grupta yer alır. Bu besinler protein, mineral, vitamin, yağ ve karbonhidrat içerir. Et, yumurta ve kurubaklagil grubundan günde iki porsiyon alınmalıdır.

Bu besinlerin her gün tüketilmesi gereken miktarları şöyledir:

- Et, tavuk, balık vb. 50-60 g (iki ızgara köfte kadar)
- Kuru baklagiller 90 g (bir çay bardağının alabileceği kadar)
- Yumurta haftada üç-dört adet

Vücudumuz İçin Önemi

• Büyümeyi ve gelişmeyi sağlar.
• Hücrelerimizin yenilenmesini ve dokularımızın onarımını sağlar.
• Kan yapımında görevli önemli besin içeriklerini sağlar.
• Sinir ve sindirim sistemlerimiz ile derimizin sağlığında görev alan besin içerikleri en çok bu grupta bulunur.
• Hastalıklara karşı direncimizi artıran besin içeriklerini sağlar.
• Özellikle protein ihtiyacının arttığı bebeklik ve çocukluk dönemlerinde, bu gruptaki besin içeriklerinin alınması önemlidir.

SEBZE VE MEYVE GRUBU

Bitkilerin yenebilen her türlü kısmı, sebze ve meyve grubu altında toplanır. Sebze ve meyvelerin içeriklerinin önemli bir kısmını su oluşturmaktadır. Bunun yanında mineral ve vitamin bakımından zengindir. Sebze ve meyve günde en az beş porsiyon (Bir orta boy elma, muz, portakal veya iki fincan pişmiş sebze bir porsiyondur.) sebze ve meyve tüketmemiz gerekir.

Vücudumuz İçin Önemi

• Hücrelerimizin yenilenmesini ve dokularımızın onarımını sağlar.
• Büyümemize ve gelişmemize yardım eder.
• Deri ve göz sağlığımız için önemlidir.
• Diş ve diş eti sağlığımızı korur.
• Hastalıklara karşı direncimizi artırır.
• Kalp-damar hastalıklarının ve bazı kanser türlerinin oluşma ihtimalini azaltır.
• Bağırsaklarımızın düzenli çalışmasına yardımcı olur.
• Vücuda zararlı maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.

EKMEK VE TAHIL GRUBU

Buğday, pirinç, mısır, çavdar ve yulaf gibi tahıllar ve bunlardan yapılan ürünler bu grup içinde yer alır. Bu besinler vitamin, mineral, protein, yağ ve karbonhidrat içerir. Tahıl ürünleri günde altı porsiyon tüketilebilir. (Bir dilim ekmek veya dört yemek kaşığı pilav bir porsiyondur.)

Vücudumuz İçin Önemi

• Vücudumuzun enerji kaynağıdır.
• Çavdar ve yulaf gibi lif içeriği yüksek olan besinlerin tüketimi, bağırsaklarımızın düzenli çalışmasını ağlar.

Yeterli ve dengeli beslenebilmek için dört farklı besin grubundaki bu yiyeceklerden her gün yeteri kadar tüketmeliyiz. Besin gruplarında yer alan herhangi bir besin içeriğinin yetersiz alınması durumunda, vücutta o besin içeriğinin görevi yerine getirilemez. Bunun sonucunda da vücudun çalışması aksar ve bazı hastalıklar ortaya çıkar. Sağlığımızı korumanın ve hastalıkları önlemenin temel şartı yeterli ve dengeli beslenmektir.

read more

Sindirim Sistemi ve özellikleri Nedir?

Sindirim Sistemi Nedir?



Sindirim sistemi, yaklaşık 9 m uzunluğunda olan sindirim kanalı, bu kanala
sindirim olayıyla ilgili salgılarını akıtan “Salgı bezleri” ve dişlerden
oluşmuştur. Sindirim kanalının bölümlerini ağızdan başlayarak sıralarsak şu
bölümlerle karşılaşırız:
1) Ağız boşluğu
2) Farinks (yutak)
3) Özofagus (yemek borusu)
4) Mide
5) İncebağırsaklar
a) Duodenum (onikiparmak bağırsağı)
b) Jejunum
c) İleum
6) Kalınbağırsaklar
a) Kolonlar
b) Rektum
c) Anus

Sindirim olayında çok önemli yardımcı işlevler üstlenmiş olan oluşumları şöyle
sıralayabiliriz: 1) Dişler, 2) Tükürük bezleri, 3) Sindirim kanalının
duvarlarında bulunan salgı bezleri, 4) Karaciğer ve pankreas.

ÖZOFAGUS (YEMEK BORUSU): Özofagus, farinks ile mideyi birleştiren, yaklaşık
olarak 25 cm uzunluğunda önemli bölümü kastan yapılmış tüp biçiminde bir
organdır. Özofagusun üst sınırı 6. boyun omuru hizasında, alt sınırı da 11. sırt
omuru hizasındadır. Özofagus yukarıdan aşağıya doğru “Boyun bölümü”, “Göğüs
boşluğu bölümü” ve “Karın boşluğu bölümü” olmak üzere üç bölümden oluşmuştur.
Özofagus, boyun bölümünde nefes borusunun arkasında, boyun omurlarını önünde
bulunur. Tiroit bezinin lopları ve “Arteria karotis komunis” adlı atardamarlar,
sağda ve solda olmak üzere özofagusun boyun bölümüyle komşuluk ederler. Özofagus
göğüs kafesi boşluğuna girdiğinde önce trakeanın arkasında yol alır. Buradan
aşağı doğru inerken, hafifçe sola kayar. Bu sırada, aorta kavisinin sağında sol
esas bronşun da arkasında bulunmaktadır. Aşağı indikçe aorta damarının göğüs
bölümünün sağından, hafifçe soluna geçer. Daha sonra karın boşluğuyla göğüs
boşluğunu birbirinden ayırmakta olan “Diyafragma” adındaki kası delerek, karın
boşluğuna geçer. Özofagus, karın boşluğu içinde çok kısa bir yol aldıktan sonra
midenin giriş deliği olarak niteleyeceğimiz “Kardia” adlı mide deliğine geçer.
Özofagusun diyafragmadaki delikten geçtiği bölge 10. sırt omuru hazsındadır.
Midenin kardia adlı deliğine açıldığı yer ise 11. sırt omurunun düzeyine uyar.
Özofagusun bazı bölgelerinde darlıklar vardır. Bu darlıklardan ilki kesici
dişlerden 15 cm uzaklıkta bulunmaktadır. İkinci darlık özofagusun aorta kavisini
çaprazladığı bölgede, kesici dişlerden 22.5 cm uzaktadır. Üçüncü darlık kesici
dişlerden 27.5 cm uzaklıkta olup, özofagusun sol esas bronşla çaprazlaştığı
bölgeye uymaktadır. Dördüncü ve son darlıkta kesici dişlerden 40 cm uzakta olup,
özıfagusun diyafragmayı geçtiği bölgeye uymaktadır. Bu darlıkların bilinmesi,
özellikle doktorlar için önemlidir. Çünkü gastroskop denilen ve teşhis/tedavi
amaçlarıyla mideye kadar gönderilen bir aletin hortum biçimindeki bölümü, bu
darlıklardan geçerken biraz zorlanır.
Özofagus kas liflerinden zengin bir dokuya sahiptir. Bu kasların ritmik olarak
kasılıp gevşemeleriyle, yutulan lokmalar özofagus yoluyla mideye taşınırlar.
Nitekim baş aşağı duran bir insan bile, ağzındaki lokmayı yuttuğunda özofagus bu
ritmik kasılmalarının yardımıyla lokma mideye kadar taşınır. Sözünü ettiğimiz bu
ritmik kasılma ve gevşeme hareketlerine “Peristaltik hareketler” denir.
Özofagustaki peristaltik hareketleri kısaca şöyle anlatabiliriz: Yutulan lokma
özofagus boşluna geldiğinde, bu bölge kasılır. Bu sırada kasılan bölgenin hemen
altındaki bölge gevşektir. Kasılmış olan bölgede özofagus boşluğu
daralacağından, içindeki lokmayı bir alttaki gevşek bölgeye iter. Bu kez biraz
önce gevşek olan bölüm kasılarak, içindeki lokmayı bir alttaki gevşek bölgeye
gönderir. Bu sırada ilk kasılan bölge gevşer ve yeni gelecek olan lokmaya
hazırlanır. Bu biçimde lokmalar mideye kadar taşınır. Bu olayların
düzenlenmesinde, özofagus kaslarını kasılmaya yönelten sinir sisteminin çok
büyük rolü vardır.

MİDE: Mide, özofagusun sonuyla duodenumun (onikiparmak bağırsağı) başlangıcı
arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır. Sindirim kanalının en geniş bölümü midedir.
Yeni doğan bir çocukta midenin kapasitesi 30 mililitre iken bu kapasite ergenlik
çağında 1000 mililitreye kadar çıkar.
Midenin iki deliği, iki yüzü ve iki de kenarı bulunmaktadır. Midenin ilk deliği
mide ile özofagusun ağızlaştığı noktadadır. Buna “kardia deliği” denir. Kardia
deliği 11. sırt omuru hizasındadır. Göğüs ön duvarından 10 cm derindedir.
Kesici dişlerden uzaklığı 40 cm kadardır. Özofagusun sol kenarı kardia deliği
hizasında midenin sol kenarı ile dar bir açı yaparak birleşir. Bu bölüme “kardia
çentiği” denir. Kardia çentiği düzeyinin üstünde kalan mide bölümüne “fundus”
adı verilir. Midenin diğer bölümüne “pilor deliği” denir. Pilor deliğinin karın
ön duvarındaki izdüşümü vücudunun orta-dikey hattının 1. omurundan geçen yatay
hat kesişme noktasının 1-2 cm sağındadır. Mide boşluğu aracılığıyla duodenum
boşluğuna bağlanır, yukarıda da kardia deliği aracılığıyla özofagus boşluğuna
bağlanmıştır.
Genel bir kural olarak, daha doğrusu normal koşullarda besinlerin akışı
özofagustan mideye, mideden de duodenuma doğrudur. Ancak bu değişmez bir kural
değildir. Mideye doğru olan geri akıma “regürjitasyon” denir. Bu mideden
özofagusa doğru da olabilir. Diğer bir anlatımla, sindirim kanlında besinlerin
normal yollarının tersine olarak, bir bölgeden başka bir bölgeye geri
geçmelerine regürjitasyon denir. Bu normal bir olay değildir. Midenin iki
kenarının bulunduğunu belirtmiştik. Bu kenarlardan biri midenin sağında, diğeri
de solunda bulunmaktadır. Sağdaki kenara “küçük kenar”, soldakine de “büyük
kenar” denir.
Midenin küçük kenarı midenin sağında kardia ile pilor delikleri arasında
uzanmaktadır. Küçük kenar, yukarıdan aşağı doğru bir süre özofagus sağ kenarıyla
aynı doğrultuda devam ettikten sonra, kendi üzerinde sağa doğru açılaşarak devam
eder. Bu açılaşmanın en keskin olduğu bölgeye “angular insisura” denir. Midenin
solunda bulunan büyük kenar, küçük kenardan 4-5 kat daha uzundur.
Büyük kenar da midenin iki deliği arasında uzanmaktadır. Üstte, kardia çentiği
düzeyinin üstünde kalan büyük kenar bölümü, midenin fundus bölgesine aittir.
Büyük kenar “angular insisura”nın hemen karşısına rastlayan bölgede bir şişlik
gösterir. Bu şişlik, midenin “pilor” bölümünün başlangıcına uymaktadır. Pilor
bölgesi, sağda pilor deliği ile son bulmaktadır. Midenin pilor bölgesi aslında
ikiye ayrılmıştır. Bunlardan solda ve “insisura angularis”e daha yakın olanına
“antrum” denir. Sağda olanına “pilor kanalı” denir. Pilor kanalı2-3 cm kadardır.
Antrumla pilor kanalı arasında, büyük kenarda bir çöküntü görülür. Bu çöküntü
pilor kanalıyla antrum arasındaki sınırı çizer ve “sulkus intermedius” adını
alır.
Mide boşken duvarları birbirine değer. Boş durumdaki midenin duvarlarını, duruşu
gereği üst ve alt olarak adlandırmak gerekir. Oysa mide dolu olduğunda ön duvar
“üst”, arka duvar da “alt” duvar olmak üzere durum değiştirir. Bu nedenle
midenin bu iki durumunu da tanımlayan şu terimler daha uygundur: “ön-üst duvar”
ve “arka-alt duvar”.
Midenin iç yüzü incelendiğinde, mide duvarlarının mide boşluğuna doğru çok
sayıda kıvrımlar biçiminde çıkıntılar yaptığı görülür. Pilor deliğinin
çevresinin de pilor kanalının duvarından kaynaklanan bir çıkıntıyla kapandığı
görülür. Bu çıkıntı midenin “pilor sfinkteri”ne bağlıdır. Pilor sfinkteri
midenin bu bölgesinde kasların kalınlaşarak oluşturdukları bir büzgendir.

DUODENUM (ONİKİPARMAK BAĞIRSAĞI): İncebağırsağın toplam uzunluğu 6-7 m kadardır,
ancak bu uzunluğun ilk 25 cm ‘lik bölümü duodenuma aittir. Buna göre duodenum,
incebağırsağın en kısa bölümünü oluşturmaktadır. Duodenumun “mezenter”i yoktur
ve kısmen peritonla örtülüdür. Duodenum mideyle jejunum arasındaki bağlantıyı
sağlamaktadır. Genel olarak C harfine benzetebileceğimiz duodenum, pankreas
başını çevrelemektedir. Karın ön duvarında göbekten geçen yatay tasarımsal bir
çizgi çizdiğimizde, duodenum bu çizginin üstündeki bölgede kalır.
Duodenum üç dirsek yapmaktadır. Bunlardan birincisine “üst fleksura”, ikincisine
“alt fleksura”, üçüncüsüne de “dudenojejunal fleksura” denir. Bu dirsekler
aracılığıyla duodenum, kabaca C’ye benzeyen bir biçim kazanmaktadır. Dirsekler
göz önüne alındığında, duodenum başlıca dört bölüme ayrılır. Yaklaşık 5 cm
uzunluğunda olan ilk bölüm, “pilor deliği” ile “üst fleksura” arasında uzanmakta
ve “üst bölüm” adını almaktadır. Üst bölümün ön yüzü peritonla örtülüyken, arka
yüzü peritonsuzdur. “Üst fleksura” bölgesinde, safra kesesi boynu ile duodenum
birbiriyle komşudurlar. Duodenumun üst bölümünün ön yüzü karaciğer ve safra
kesesiyle komşuluk yapmaktadır. Üst bölümün arka yüzü de “vena porta”, “ana
safra kanalı/koledok” ve “pankreas” ile komşudur. Duodenumun ikinci bölümüne
“inen bölüm” denir. 8-10 cm boyunda olan bu bölüm, üst ve alt fleksuralar
arasında uzanmaktadır. İnen bölüm önde karaciğer ve transvers kolonla komşudur.
Arka yüzü de sağ böbrek ve vena kava inferiorla komşudur. Ana safra kanalıyla
pankreas kanalı, duodenumun inen bölümünün iç yan tarafındaki duvarına eğik bir
gidişle ayrı ayrı girdikten sonra, bir süre duvarın içinde yol alırlar. Daha
sonra birbirleriyle birleşerek tek bir kanal oluştururlar.
Oluşan bu yeni kanala “hepatopankreatik ampula” denir. Hepatopankreatik ampula,
doudenumun inen bölümünün iç yan duvarına pilordan 8-10 cm uzaklıkta bir kabartı
yaparak açılır. Bu kabartıya “büyük duodenal papilla” ya da “vater papillası”
denir. Bazen buna ek olarak küçük ve ayrı bir pankreas kanalı da duodenuma
açılmaktadır. Bu kanala “aksesuar pankreatik kanal” denir. Bu kanal “büyük
duodenal papilla”nın 2 cm üstünde bir kartıta neden olmaktadır. Bu kabartıya da
“küçük duodenal papilla” denir. Duodenumun üçüncü bölümü “horizontal bölüm”
(yatay bölüm) adını alır ve yaklaşık 10 cm uzunluğundadır. Horizontal bölüm,
karın aortasının önünde sona erer. Ön yüzü peritonla kaplıdır. Duodenumun son
bölümüne, “çıkan bölüm” denir ve yaklaşık 2,5 cm uzunluğundadır. Bu bölüm
“dudenojejunal fleksura”yı oluşturduktan sonra jejunumla birleşir. Duodenumun
üst bölümleri biraz hareketli, buna karşılık alt bölümleri hareketsidir.
Baryumlu bir maddenin yapılan röntgen incelemede, midenin pilor kanalından hemen
sonraki duodenum bölgesinin tabanının pilora bakan bir üçgen görünümünde olduğu
görülür. Röntgende üçgen olarak görülen duodenumun bu bölgesine “bulbus” denir.
Bulbus bölgesinde ülser gelişme sıklığı fazladır. Duodenumun jejunuma birleştiği
noktaya diyafragmadan kas ve lifsel yapıda bir bağ uzanmaktadır. Buna “treitz”
ya da “ treitz fasyası” denir. Treitz kasından önceki sindirim kanalı
kanamalarında kan, dışkı içinde sindirilmiş olarak çıkar. Bu noktadan sonraki
kanamalarda ise kan, sindirilmemiş olarak dışkı içinde çıkar.

JEJUNUM VE İLEUM: İncebağırsağın duodenumdan sonraki bölümü “jejunum” ve “ileum”
tarafından oluşturulmaktadır. Dış görünüşü boğumlu olan incebağırsağın bu ilk
2/5’lik bölümü “jejunum”, son 3/5’lik bölümü de “ileum” adını alır. İleumu
jejunumdan ayıran kesin bir çizgi yoktur. İncebağırsak dokusal özellikleri
bakımından incelendiğinde, jejunumun yavaş yavaş ileuma dönüştüğü görülür.
İncebağırsağın jejunum-ileum bölümü, jejunumun duodenuma birleştiği bölgeden ve
ileumun kalınbağırsağın başlangıcı olan “çekum” ile birleştiği noktada biter.
İleumun çekuma açıldığı noktada, bağırsak dokusunun öğelerinden yapılmış
“ileoçekal valvül” denilen bir kapak bulunmaktadır. Bu kapak normal koşullarda
ileumdaki sindirilmiş besinlerin tek yönlü olarak geçişlerini sağlamaktadır.
Jejunum 4 cm çapındadır. Duvarı ileuma oranla daha kalın, daha kırmızı ve daha
damarlıdır. İleumun çapı ise 3.5 cm kadardır ve duvarı daha incedir. Jejunumun
büyük bir bölümü “göbek bölgesi”nde, ileumun büyük bir bölümü de “hipogastrik
bölge”de bulunmaktadır. Jejunum ve ileum hemen hemen tümüyle peritonla
örtülüdür.

KALINBAĞIRSAK: Kalınbağırsak, anusa kadar uzanmaktadır ve uzunluğu yaklaşık 1.5
m kadardır. Kalınbağırsakta inceleyebileceğimiz bölümleri şöyle sıralayabiliriz:
“Apendiks vermiformis”, “çekum ve ileoçekal valvül”, “çıkan kolon”, “horizontal
kolon”, “inen kolon”, “sigmoid”, “rektum” ve “anus”. Kalınbağırsağın başlangıç
bölümünün karın ön duvarındaki izdüşümü “sağ iliak” bölgeye uymaktadır. Bu
bölgede “çekum” denilen ve kalınbağırsağın başlangıcını oluşturan genişlemiş bir
bölüm bulunmaktadır. Çekuma incebağırsağın “ileum” bölümü ve “apendiks
vermiformis” açılmaktadır. Kalınbağırsak çekumdan sonra yukarı doğru yükselir.
Kalın bağırsağın bu bölümüne “çıkan kolon” denir. Çıkan kolon, aşağıdan yukarıya
doğru önce “sağ iliak” bölgede daha sonra da “sağ lumbal” bölgede ilerler.
Burada karaciğerin altına ulaştığında sola doğru bir dirsek yaparak kıvrılır. Bu
dirseğe “fleksura kolika dekstra” denir. Kolon, “fleksura kolika dekstra”yı
yaptıktan sonra vücudun sol tarafına yatay olarak ilerler ve açıklığı yukarıya
bakan bir eğiklik yapar. Kalınbağırsağın bu bölümüne “transvers kolon” denir.
Transvers kolon sola doğru yönelirken sağ lumbal bölgeden, umbilikal bölgeden,
epigastrik bölgeden geçer ve “sol hipokondriak” bölgeye ulaşır. Kalınbağırsak
burada da bir dirsek yaparak aşağı yönelir. Kalınbağırsağın sol hipokondriak
bölgede yaptığı dirseğe “fleksura kolika sinistra” denir. Kalınbağırsak sol
hipokondriak bölgede dirseğini yaptıktan sonra aşağıya, küçük pelvise doğru
inmeye başlar. Kalınbağırsağın bu bölümüne “inen kolon” denir. İnen kolonun
katettiği yol boyunca karın ön duvarındaki izdüşümleri şu bölgelerden
geçmektedir: Sol hipokondriak bölge, sol lumbal (bel) bölge, sol iliak bölge.
İnen kolon daha sonra kalınbağırsağın “sigmoid kolon” denilen bölümüne açılır.
Böylece kalınbağırsağın kolon bölümü tamamlanmış olur. Sigmoid kolon daha sonra
kalınbağırsağın “rektum” adlı bölümüne açılır. Rektum da kalınbağırsağın son
bölümü olan “anus”a açılmaktadır.
Kalınbağırsağın yapısında bulunan ve uzunlamasına seyretmekte olan düz kas
lifleri, kalınbağırsağın uzunluğu boyunca seyretmekte olan üç bant oluştururlar.
Bu bantlara “tenia koli” denir. Kalınbağırsağın peritonla örtülü serbest
bölümlerinde, periton yaprakları arasında yağ kümeciklerinin oluşturduğu
şişlikler görülür. Bunlara “apendiks epiploika” denir.

ÇEKUM VE İLEOÇEKAL VALVÜL: “Çekum” kalınbağırsağın başlangıç bölümünü
oluşturmaktadır. Karın ön duvarındaki izdüşümü “sağ iliak” bölgeye uymaktadır.
Yüksekliği yaklaşık 6 cm genişliği ise 7 cm olan çekum, üstte çıkan kolonla
birleşmektedir. Çekumun arka bölümüne incebağırsağın “ileum” bölümü ve “apendiks
vermiformis” birer delik aracılığıyla açılmaktadırlar. Çekum, hemen hemen
tümüyle peritonla örtülüdür ve az da olsa hareketlidir. İncebağırsağın son
bölümü olan “ileum”, kalınbağırsağın “çekum” bölümüne açılmaktadır. Çekumun arka
duvarında “ileoçekal delik” denilen bir delik oluşturan ileum, burada aynı
zamanda iki dudaklı bir kapakçıkta oluşturmaktadır. Bu kapakçığa “ileoçekal
valvül” denir. İleoçekal valvül bağırsak dokusunun kendi üzerinde bir kez
kıvrılmasıyla oluşmaktadır. Yapısındaki düz kaslar “sfinkter” (büzgen) görevini
görmektedir. İleoçekal valvül, incebağırsaktan kalınbağırsağa olan akışın daima
tek yönlü olmasına katkıda bulunan önemli bir oluşumdur.

APENDİKS VERMİFORMİS: “Apendiks vermiformis” halk arasında ve kısaca yanlış
olarak “apandisit” diye bilinmektedir. Oysa “apandisit” apendiks vermiformisin
iltihaplanması durumuna verilen addır. Apendiks vermiformis, 2-20 cm boyunda
olabilen bir bağırsak parçasıdır ve çekumun arka yüzüne açılmaktadır.
“Mezoapendiks” denilen bir periton yaprağı aracılığıyla ileumun mezenterine
asılmıştır. Apendiks vemiformisi besleyen atardamar, mezoapendiksin içinde yol
alarak organa ulaşmaktadır. Kalınbağırsağın dış yüzünde bulunan “tenia koli”
denilen üç bant, apendiks vermiformisin çekumla birleştiği noktadan
başlamaktadırlar.

KOLON: Kalınbağırsağın “kolon” denilen bölümü “çıkan kolon”, “transvers kolon”,
“inen kolon” ve “sigmoid kolon” olmak üzere dört bölümden oluşur. Çıkan kolon 15
cm uzunluğundadır. Başlangıcı çekumla ağızlaşmıştır. Çıkan kolonun karın
içindeki karın ön duvarındaki izdüşümü sırasıyla şu bölgelerden geçmektedir: En
altta başlangıç bölümü olan “sağ iliak bölge” daha sonra “sağ lumbal (bel)
bölge”. Sağ lumbal bölgede, karaciğerin alt yüzünün hemen altında bulunan bir
yerden çıkan kolon sola doğru bir dirsek yapmaktadır. Bu dirseğe “fleksura
kolika dekstra” denir.
Kolonun ikinci parçası olan “transvers kolon” (yatay kolon) yaklaşık olarak 50
cm uzunluğundadır. Sağ lumbal bölgede “fleksura kolika dekstra”dan başlar ve
açıklığı yukarıya bakan bir eğiklik yaparak sol hipokondriak bölgeye ulaşır.
Transvers kolon, sol hipokondriak bölgede aşağıya yönelik bir dirsek
yapmaktadır. Bu dirseğe “fleksura kolika sinistra” denir. Transvers kolonun sağ
ucunun arka yüzü peritonla örtülü değildir. Bu bölge, pankreas başı ve
duodenumun inen parçasıyla komşudur. Bir bağ ile onlara bağlanmıştır.
Kolonun üçüncü parçasına “inen kolon” denir. Bu bölüm yaklaşık 25 cm
uzunluğundadır. İnen kolon “fleksura kolika sinistra”dan başlar, sol
hipokondriak, sol lumbal ve sol iliak bölgelerini geçerek aşağıda küçük pelvise
gelir. Burada kolonun son bölümü olan “sigmoid kolon”la birleşir. Fleksura
kolika sinistra “freniko kolik bağ” denilen bir bağ aracılığıyla diyafragmaya
adeta asılmıştır.

Kolunun son bölümünü oluşturan “sigmoid kolon” 40 cm boyundadır ve küçük
pelvisin içine yerleşmiştir. Üst ucu inen kolonla, alt ucu da rektumla
birleşmektedir. Sigmoid kolon üç bölümden kurulmuştur. İlk bölümü küçük pelvis
içinde yukarıdan aşağıya iner. İkinci bölümü dirsek yaparak pelvis boşluğunu
kabaca enlemesine kateder. Bu gidişi sırasında, erkeklerde rektumla mesane,
kadınlar da ise rahim (uterus) arasındadır. Üçüncü bölümü ise yeniden kıvrılarak
orta hatta, rektuma doğru yönelir ve onunla birleşir. Sigmoid kolonun tümü
peritonla örtülmüştür.


REKTUM: Rektum, kalınbağırsağın üçüncü bölümünü oluşturmaktadır. Uzunluğu
yaklaşık olarak 12 cm kadardır. Orta dikey hat üzerinde, yukarıda sigmoid
kolonla aşağıda ise anusla birleşir. Anusla rektumun birleştikleri düzey koksig
kemiğinin ucunun 3 cm kadar önüne rastlamaktadır. Rektumun genişliği başlangıç
bölgesinde 4 cm kadardır. Ancak anusa yaklaştığında genişlemektedir. Genişlemiş
olan bu rektum bölümüne “ampula rekti” denir. Rektum boşluğuna doğru başlıca
dört çıkıntının uzandığı görülür. “Yatay çıkıntılar” (transvers fold, huston
valvülleri) denilen bu çıkıntılar mukoza tabakası ve kas liflerinden
yağılmışlardır. Bunlardan ilki rektumun başlangıç bölümüne yakındadır.
Genellikle yarımay biçiminde, sağda ve solda bulunabilir. İkincisi “ampula
rekti”nin hemen üzerinde bulunmaktadır ve rektumun ön ve sağ yüzlerinden
kaynaklanır. Üçüncüsü bir öncekinin 2.5 cm altında bulunmaktadır ve rektumun sol
yan tarafından kaynaklanmaktadır. Rektumda tenia koli ve periton bulunmaz.
Rektum işlev bakımından iki bölgeye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki ortadaki yatay
çıkıntının üzerinde, diğeri ise altında kalmaktadır. Üstteki bölümün içine dışkı
birikir. Biriken dışkı belli bir hacime ulaştığında, rektumu gerip dışkılama
hissine yol açar. Alt bölüm normalde boştur. Ancak müzmin kabızlarda bu bölge
dışkıyla dolu olabilir.
Rektumun ön yüzü erkeklerde mesane, prostat, vezika seminalis, üreterlerin son
bölümü ve duktus deferensle komşudur. Kadınlarda ise rahim ve vaginayla
komşudur.

ANUS: Anus yaklaşık olarak 4 cm uzunluğundadır. Üst ucuyla rektuma bağlanmıştır.
1.5 cm’lik üst bölümünde mukoza tabakası anusun boşluğuna doğru 6-9 tane
uzunlamasına çıkıntı yapmaktadır. Bu çıkıntılara “anal kolumn” denir. Her bir
kolumnun içinde anusa gelen birer atar ve toplardamar bulunmaktadır. Bu
toplardamarların varisleşmesine “hemoroid” (basur) denilmektedir. Anal
kolumnlar, alt uçları arasında bulunan küçük kapakçıklar aracılığıyla
birbirleriyle bağlantılı haldedirler. Bu bağlantılara “anus valvülleri” denir.
Bu kapakçıklarla anus duvarı arasında küçük boşluklar kalmaktadır. Bu boşluklara
“anus sinüsleri” denir. Bu sinüsler içinde dışkının birikmesiyle, buralarda
enfeksiyonlar gelişebilir. Anus valvülleri, anusun iç yüzünde bir hat üzerinde
dizilmişlerdir. Bu hatta “linea pektinea” denir.
Anusun geri kalan bölümü linea pektineadan ötededir. Anusun sözünü ettiğimiz bu
son bölümünün iç yüzü çok katlı keratinleşmeyen epitelle kaplıdır.

Anusun iki tane büzücü kası vardır. Bunlardan “iç sfinkter” bağırsak kanalı
boyunca bulunan düz kas liflerinin, bu bölgedekilerin çoğalmalarıyla oluşmuştur.
İç sfinkter düz kas liflerinden kurulmuştur ve istem dışı çalışır. Anusun ancak
¾ üst bölümü iç sfinkter ile sarılmıştır. Anusun ikinci sfinkterine “dış
sfinkter” denilmektedir. Dış sfinkter çizgili kas liflerinden oluşmuştur.
İstemli olarak kontrol edilebilir ve anusun bütün uzunluğu boyunca onu bir halka
gibi sarar. Dış sfinkter, dışkılama zamanı dışında, anusu kapalı tutar. Bu
sfinkter kesildiğinde ya da başka bir nedenle aksadığında, kişi dışkısını
tutamaz.

SİNDİRİM KANALININ DOKUSAL YAPISI: Sindirim kanalının duvarı bütün uzunluğu
boyunca başlıca dört tabakadan yapılmıştır. Bu tabakalar içten dışa doğru
“mukoza”, “submukoza”, “muskularis” ve “adventisia” tabakalarıdır. Mukoza
tabakası kendi kendine üç tabakadan oluşmuştur. Bunlar içten dışa doğru
“epitel”, “lamina propria” ve “muskularis mukoza”dır.

ÖZOFAGUSUN DOKUSAL YAPISI: Özofagusun mukoza tabakasının epitel katı çok katlı,
keratinize olmamış yassı epiteldir. Epitel tabakasının altındaki lamina propria,
gevşek bağdokusudur. Küçük kan damarları, seyrek bir lenfatik doku ve lenf
nodüllerine sahiptir. Mukoza tabakasının en alt kısmı olan “muskularis mukoza”
tabakası uzunlamasına dizilmiş düz kas liflerinden oluşmaktadır.
Mukozanın altında bulunan “submukoza” tabakası yağ hücreleri, büyük kan
damarları içeren bağdokusu yapısındadır. Submukoza tabakasında özofagus
bezlerinin salgı hazırlayan bölümleri de bulunmaktadır. Hazırlanan salgılar kısa
kanalcıklarla mukoza yüzeyine boşaltılır. Submukozanın altındaki “muskularis”
tabakası üç kat kastan oluşmuştur. En iç kat özofagusu halka biçiminde dolanan
kaslardan, en dış kat ise uzunlamasına seyreden kas liflerinden oluşmuştur.
Ortadaki kat ise eğik seyirli kas liflerinden kurulmuştur.
Submukozanın dışında ise özofagusun en dış katı bulunmaktadır. Bu tabaka bağ
dokusu yapısındadır. İçinde yağ hücreleri, damar ve sinirler bulunur. Özofagus
karın boşluğuna girdiğindeyse adventisia tabakasının yerini peritonun viseral
tabakası (iç organları örten tabaka) alır. Bu tabaka böylelikle “seroza
tabakası” adını alır. Halbuki özofagusun servikal ve torakal bölümlerinde seroza
tabakası bulunmaz. Bu özellik sindirim kanalının diğer bölümlerine göre önemli
bir yapısal farklılıktır.

MİDENİN DOKUSAL YAPISI: Midenin mukoza tabakasının epitel katı, tek katlı mukus
salgılayan kolumner epitel hücrelerinden oluşmuştur. Epitelin altındaki lamina
propria tabakası, lenf yapısından çok zengindir. İçinde birçok mukoza bezi
içeren lamina propria, “foveola” (gastrik pits) denilen girintilere sahiptir.
Foveolaların içine mukoza bezleri salgılarını boşaltmaktadır. Bu bezler iki
tiptir: a) Basit tübüler kardia bezleri; bunlar yalnız midenin kardia ve
özofagusun da mideye yakın bölümlerinde bulunur. b) Basit tübüler mide bezleri;
bu bezler genellikle dallanmışlardır. Bu bezler 1) Esas hücreler 2) Parietal
hücreler ve 3) Boyun hücreleri olmak üzere üç çeşit salgı hücresinden
kurulmuşlardır. Mukozanın üçüncü tabaksı olan “muskularis mukoza”, içte
uzunlamasına dışta ise halka dizilişindeki düz kas liflerinden oluşmaktadır.
Midenin submukoza ve muskularis tabakaları özofagustakine benzemektedirler.
Seroza tabakası, peritonun viseral tabakası tarafından oluşturulmaktadır.
Midenin pilor deliği etrafındaki kaslar sayıca çoğalmışlardır. Bu kaslar
özellikle halka diziliş göstererek, midenin bu bölgesinde sfinkter (büzgen)
oluşturur. Buna “pilor sfinkteri” denilmektedir.

DUODENUMUN DOKUSAL YAPISI: Duodenumun mukoza tabakası bağırsağın boşluğuna doğru
“villus” denilen çıkıntılar yapmaktadır. Villuslar arasındaki aralığa ise
“villuslar arası aralık” denilmektedir. Mukoza tabakasının ilk katını oluşturan
epitel katı “tek katlı kolumner epitel hücreleri”nden ve bunların arasına
saçılmış “goblet” hücrelerinden kurulmuştur. Kolumner hücreler, mikrovillüs
denilen eldiven parmağı biçimindeki uzantıları bağırsak boşluğuna doğru
gönderirler. Goblet hücreleri ise mukus salgılarlar. Epitel katının altında
bulunan lamina propria tabakasında “liberkühn kriptaları” denilen bezler
bulunmaktadır. Bu bezlerin bir ya da birkaçı villuslar arası aralığın dibine
açılırlar. Mukoza tabakasının üçüncü katı olan “muskularis mukoza” tabakası,
karışık dizilişli düz kas liflerinden oluşmaktadır.
Duodenumun submukoza tabakasında bağdokusunun içinde “brunner bezleri” denilen
bezler bulunmaktadır. Brunner bezleri “liberkühn kriptaları”na açılırlar.

JEJUNUM VE İLEUMUN DOKUSAL YAPISI: Jejunum ve ileum yapısı genel hatlarıyla
duodenumun yapısına benzemektedir. Burada yalnız farklılıklara değinmekle
yetineceğiz. Lamina propriaya yerleşmiş olan “liberkühn bezleri” ndeki basit
salgı hücrelerine, iki yeni tip hücrede eklenmiştir. Bunlar “paneth hücreleri”
ve “argentafin hücreleri”dir. Lamina propria özellikle lenf yapısı bakımından
çok zengindir. Buradaki 10 ya da daha fazla sayıdaki lenf nodülü bir araya
gelip, “peyer plakları” denilen yapıları oluştururlar. Duodenumun dışında,
bağırsağın hiçbir bölgesinde “brunner bezleri”ne rastlanmaz.

KALINBAĞIRSAKLARIN DOKUSAL YAPISI: Kalınbağırsakların kolon bölümü
incebağırsaklardan bazı farklılıklar göstermektedir. Kalınbağırsakların mukoza
yüzeyinde villuslar kaybolur ve mukoza yüzeyi düzleşir. Epitel hücreleri
arasındaki goblet hücrelerinin sıklığı da artar. Muskularis tabakasının dışında
“tenia koli” denilen şerit biçiminde uzanan yapılar bulunur.
Kalınbağırsağın “rektum” bölümü, temelde kolonlara benzemektedir. Tenyaları
yoktur. İç yüzünde ise mukoza ve submukozanın birlikte oluşturdukları
uzunlamasına seyreden kıvrımlar bulunur.
Anus mukozası “linea pektinea” hattının altında çok katlı keratinleşmemiş epitel
hücreleriyle örtülmüştür. Mukozada zengin bir toplardamar ağı bulunmaktadır.
Buna “iç hemoroidal venöz pleksus” denilmektedir. Bu toplardamarların
varisleşmesine “iç hemoroidler” (basur) denir.

KARACİĞER ANATOMİSİ: Karaciğer insan vücudundaki en büyük salgı bezidir. Karın
boşluğu içine yerleşmiş olan bu organın, karın ön duvarındaki izdüşümünü
incelediğimizde, şu bölgeleri kapladığını görürüz: Sağ hipokondriak bölgenin
tümü, epigastrium bölgesinin büyük bölümü ve sol hipokondriak bölgenin bir
bölümü. Karaciğerin normal bir yetişkindeki ağırlığı 1200-1800 gram kadardır.
Canlı bir insanda bu ağırlığın üstünde bir de organın içinde dolaşmakta olan
yaklaşık 850 gram kan eklenmektedir. Karaciğerin üç yüzü vardır. Bunlar 1) Üst
yüz-diyafragma yüzü, 2) Arka yüz-omurga yüzü ve 3) Alt yüz-viseral yüz. Üst
yüzü, diyafragma kasıyla komşuluk yapmaktadır ve periton zarıyla örtülüdür. Arka
yüzünün büyük bölümü peritonsuzdur. Omurga ve vena kava inferior ile komşuluk
yapmaktadır. Alt yüzünde karaciğere ait iki önemli yapı bulunmaktadır. Bunlardan
biri safra kesesi, diğeri ise “porta hepatis” denilen oluşumdur. Karaciğerin alt
yüzeyi çeşitli iç organlarla komşuluk göstermektedir. Bu organlar şunlardır:
Safra kesesi, sağ böbrek, mide, kolon ve duodenum.
Karaciğerin “sağ”, “sol”, “alt” ve “kuadratus” olmak üzere dört lobu
bulunmaktadır.

KARACİĞERİN DOKUSAL YAPISI: İnsan vücudunun en büyük salgı bezi olan karaciğerin
büyük bir bölümü “periton zarı” ile kaplanmıştır. Bu zarın a) “Tünika seroza” ve
b) “Tünika fibroza” olmak üzere iki önemli tabakasın bulunmaktadır. Tünika
fibroza (glisson kapsülü) porta hepatisten içeri girer ve karaciğeri lobcuklara
ayırır. Lobcuklar altı köşelidirler. Bu lobcuklar arasına uzanmış olan tünika
fibroza, “lobcuklar arası kapsül” denilen yapıyı oluşturur. Lobcuklar arası
kapsül lobcukları çepeçevre sarmış olmayıp, yalnız köşelerde bulunur. lobcuklar
arası kapsülün içinden damarlar, sinirler ve safra yolları geçer. Sözünü
ettiğimiz bu lobcuklar arası köşe bölgelerine “kiernan aralıkları”
denilmektedir.
Altıgen karaciğer lobcuklarının merkezinde, “vena sentralis” denilen bir
toplardamar bulunmaktadır. Bu merkezden lobcuğun kenarlarına doğru ışın
biçiminde “remac plakları” denilen oluşumlar uzanmaktadır. Remac plakları sırt
sırta vermiş olan karaciğer hücreleri dizilerinden kurulmuşlardır.
Remac plaklarının arasında içinde toplardamar kanının dolaştığı “ven
sinüzoidleri” denilen oluşumlar bulunmaktadır.
Vena porta ve arteria hepatika propria karaciğere girdikten sonra çok sayıda
dallara bölünürler. Bu dallar kiernan aralıklarına geldikten sonra lobcukların
içine, “remac plaklarının” arasına doğru uzanırlar. Lobcukların içine girmiş
olan bu dallar birleşip, yukarıda sözünü ettiğimiz ven sinüzoidlerini
oluştururlar. Vena porta, sindirim kanalından emilen besin maddelerini içinde
taşıyan özel bir toplardamar ağının kanını taşımaktadır. Arteria hepatika
propria ise bilinen atardamar kanıdır. O halde bu damarların uzantılarının
karaciğer lobcukları içinde birleşmeleriyla oluşan ven sinüzoidlerinin içinde
dolaşmakta olan kan, tam anlamıyla toplardamar kanı değil, daha değişik bir
kimyasal yapıya sahip olan kandır. Fakat bu kan için kabaca, toplardamar kanı
demiş olduğumuzda büyük bir yanlış yapmış olmayız. Ven sinüzoidlerinin duvarını,
bütün dolaşım sisteminin duvarının iç yüzünü örtmekte olan “endotel” denilen tek
katlı yassı epitel hücreler oluşturmaktadırlar. Ven sinüzoidleri ile remac
plakları arsında kalan aralığa ise “disse aralığı” denilmektedir. Disse
aralıklarının ince lenf damarları bulunmaktadır.
Remac plakları oluşturan karaciğer hücreleri hepatosit arasında “kupfer yıldız
hücreleri” denilen hücreler de bulunmaktadır. Bu hücreler fogositoz özelliğine
sahiptirler ve “retiküloendotalial sistemi”ne aittirler. Kupfer yıldız hücreleri
makrofojdurlar. Her bir remac plağını oluşturan karaciğer hücrelerinin birbirine
bakan komşu yüzleri arasında bir aralık bulunmaktadır. Bu aralığa “safra
kanalcıkları” denilmektedir. Çünkü karaciğer hücreleri tarafından salgılanan
safra, bu kanalcıklar içine salgılanmaktadır. Safra kanalcıklarının duvarı
karaciğer hücreleri tarafından oluşturulmaktadır. Safra kanalcıkları, karaciğer
içi safra kanallarına dökülürler. Bu kanallar ise sonunda sağ ve sol “hepatik
duktus” denilen iki büyük safra kanalını oluştururlar.
Remac plakları arasındaki ven sinüzoidleri karaciğer lobcuğunun merkezindeki
“vena sentralis”e dökülürler. Birçok vena sentralis ise birleşerek, “vena
sublobularis” denilen toplardamarları oluştururlar. Bu damarlarında
birleşmesiyle “vena hepatika” oluşur.
Karaciğer içindeki bu özel kan dolaşımı göz önüne alındığında, şu özellik göze
çarpar: Sindirim kanalında emilen besin maddelerini içeren “vena porta” kanı,
karaciğere gelip, karaciğer hücreleri tarafından çeşitli amaçlarla denetlenip,
işlendikten sonra vena kava inferiora, yani toplardamar sistemine boşaltılır.

SAFRA KESESİ VE SAFRA YOLLARI: Karaciğer hücrelerinde üretilip “remac plakları”
içindeki safra kanalcıkları içine salgılanan safra, daha sonra “karaciğer içi
safra kanalları”na ulaşır. Karaciğer içi safra kanalları birbirleriyle
birleşerek iki büyük safra kanalı oluşturur. Bunlar “sağ hepatik duktus” ve “sol
hepatik duktus”tur. Sağ ve sol hepatik duktuslar birleşerek, karaciğeri porta
hepatisten tek bir safra yolu olarak terk ederler. Bu yeni kanala “ortak hepatik
duktus” denir. Buna da “duktus sistukus” denilen bir safra yolu açılır. Bu kanal
safra kesesini orta hepatik duktusa bağlar. Duktus sistikus ile ortak hepatik
duktusun birleşmesiyle oluşan yeni kanala ise “safra kanalı” denilmektedir.
Safra kanalı ise “pankreas kanalı” ile birleşerek “hepatopankreatik ampula”
denilen yapıyı oluşturur. Bu yapı, dudenumun inen bölümünün arka duvarına
pilordan 8-10 cm’lik bir uzaklıkta açılır. Burada “büyük duodenal papilla”
denilen bir kabartı yapar.
Safra kesesi 7-10 cm uzunluğundadır ve en geniş yeri 3 cm kadardır. 30-50 ml
kadar safra depolayabilir. Safra kesesi karaciğerin alt yüzüne yerleşmiştir ve
“fundus”, “gövde” ve “boyun” olmak üzere üç bölümü vardır. Üst yüzü karaciğere
bağdokusu aracılığıyla bağlanmıştır. Alt yüzü ise peritonla örtülmüştür; bu,
karaciğeri örten peritondan uzanmıştır.

SAFRA KESESİ VE SAFRA YOLLARININ DOKUSAL YAPISI: Safra kesesinin duvarı üç
tabakadan oluşur. Bunlar a) Mukoza b) Fibromüsküler tabaka c) Seroza tabakası
ile sarılı “perimüsküler bağdokusu”dur.
Mukoza tabakası epitel ve bunun altındaki “lamina propria” tabakasında
oluşmaktadır. Epitel, tek katlı kolumnar epitel hücreleridir. Lamina propria ise
gevşek bağdokusu yapısındadır ve içinde lenf damarları bulunur.
Fibromüsküler tabaka halka dizilişli düz kas liflerinden, bağdokusunun elastik
liflerinden zengin bir gevşek bağdokusudur. Bu tabaka ince kan damarlarında
bulunmaktadır.
Perimüsküler bağdokusu tabakası da gevşek bağdokusu yapısındadır. Bu tabaka en
dıştan seroza ile kaplanmış durumdadır, içinde kan damarları, lenf damarları ve
sinir lifleri bulunur. Yukarıda sözünü ettiğimiz doku tabakaları, karaciğer dışı
safra yollarında da aynen bulunmaktadır. Tek fark, “hepatopankreatik ampula”
bölgesinde fibromüsküler tabakadaki düz kas lifleri sayıca çoğalarak, bir büzgen
oluşturmaktadırlar. Bunun adı “oddi sfinkter”dir. Oddi sfinkteri gevşediğinde
safra ve pankreas salgısı duodenum boşluğuna akar.

PANKREAS: Pankreas, 12-15 cm uzunluğunda 60-80 gram ağırlığında, hem iç salgı
hem de dış salgı işlevini yüklenen bir bezdir. Midenin arkasında, duodenumdan
dalağa kadar uzanır. Baş, boyun, gövde ve kuyruk olmak üzere dört bölümden
oluşur.

Pankreas başı dudenumun oluşturduğu kavis içine yerleşmiştir. Pankreas boynunun
ön yüzü peritonla kaplıdır. Pankreas gövdesinin de ön yüzü peritonla kaplıdır.
Pankreas kuyruğu, dalak ile sol böbrek arasında bulunan “lienorenal bağ” arasına
yerleşmiştir. Pankreasın içinde, bu organı kuyruktan başa kadar, boydan boya kat
eden bir kanal bulunmaktadır. Bu kanala “duktus pankreatikus” denilmektedir.
Duktus pankreatikus, pankreası, pankreas başından terk ederek biraz ileride
safra kanalı ile birleşerek “hepatopankreatik ampula”yı oluşturur ve duodenumun
inen bölümünün arka duvarına açılır. Duodenumun bu noktasında “majör duodenal
papilla” denilen bir kabartı bulunmaktadır. Bazen duktus pankreatikusa paralel
olarak seyreden, ondan daha kısa bir kanal daha bulunmaktadır. Bu ikinci kanala
ise “aksesuar duktus pankreatikus” denilmektedir. Bu ikinci kanal ilki ile
birleşici bir dala sahiptir ve ondan ayrı olarak dudenumun arka duvarında, majör
deodenal papillanın 1-2 cm üzerindeki bir noktaya, “minör duodenal papilla”
denilen bir kabartıya yol açarak açılır. Aksesuar duktus pankreatikusa
“santorini kanalı” da denilmektedir. Duktus pankreatikus ve santorini kanalları
pankreasın hazırladığı dış salgıyı dudenuma boşaltırlar.

PANKREASIN DOKUSAL YAPISI: Bilindiği gibi, pankreas, hem iç salgı hem de dış
salgı işlevini üstlenen bir bezdir. Organın dokusal yapısı incelendiğinde, en
büyük bölümün dış salgı işlevini yürüten hücre ve öğelerden oluştuğu, iç salgı
öğelerinin ise dış salgı öğelerinin içinde dağılmış olarak bulunduğu görülür.
Pankreasın bu yapısı göz önüne alınarak onu dış salgı bölümü ve iç salgı bölümü
olarak iki bölümde inceleyeceğiz.
Dış salgı bölümü: Pankreasın bu bölümü lobcuklu bir yapı göstermektedir.
Lobcuklar ise “asinüs” denilen küçük, fakat asıl salgı öğelerinden
oluşmuşlardır. Lobcuklar ve asinüsler arasında bağdokusu bulunmaktadır.
Asinüslerin duvarları pankreasın dış salgısını üreten epitel hücrelerinden
yapılmıştır. Kabaca keselere benzetebileceğimiz asinüsler içlerine biriken
salgıyı lobcuklar içi kanalcıklar aracılığıyla lobcuklar arası kanallara
boşaltırlar. Lobcuklar arası kanallar ise pankreasın asıl iki büyük kanalına
açılırlar. Pankreasın bu yapısında “arjentafin kücreler”e rastlanmaktadır.
İç salgı bölümü: “Langerhans adacıkları” özel hücre ve damar kümeleri tarafından
oluşturulmuştur. İnsan pankreasında bir milyondan fazla bulunurlar. Langerhans
adacıkları pankreasın dış salgı yapısının içinde, gerçekten adacıklar
oluşturacak şekilde dağılmıştır. Bilindiği gibi iç salgı bölümü, başlıca insülin
hormonu salgılamaktadır. Langerhans adacıklarında 1) A1, D ya da Alfa1, 2) A2 ya
da Alfa 2 ve 3) B ya da Beta olmak üzere üç ana tipte iç salgı hücresi
bulunmaktadır. Bunlardan başka endotel hücrelerine ve sinir hücrelerine de
rastlanmaktadır.
Beta hücreleri langerhans adacıklarındaki hücrelerin %80’ini oluştururlar ve
insülin hormonunu salgılarlar. Alfa 2 hücreleri “glukagon” adlı hormonu
salgılarlar. Alfa 1 hücrelerinin serotonin ve penkreatik gastrin hormonu
salgıladıkları düşünülmekle birlikte, görevleri tam olarak bilinmemektedirler.
Langerhans adacıkları içinde endotel hücrelerinin kurmuş oldukları yaygın bir
kılcal damar ağı bulunmaktadır. Böylece pankreasın bu bölümlerinde üretilen
insülin, glukagon hormonlar hızla kılcal damar kanına, oradan da vücudun kan
dolaşımına katılırlar.

TÜKÜRÜK BEZLERİ VE DOKUSAL YAPILARI: Vücutta üç çift tükürük bezi bulunmaktadır.
Bunlar sağda ve solda birer tane olmak üzere parotis, sublingual ve
submandibüler tükürük bezleridir. Parotis adlı tükürük bezi, en en büyük
olanıdır. Yaklaşık 25 gram ağırlığındadır. Kulak sayvanı ve dış kulak yolunun
önünde ve altında, stenkoleidomastoid kasının ise üst ucunun önünde bulunur.
Masseter kasının dış yüzünde öne doğru ilerler. Parotis bezi bir zar ile
kaplıdır. Parotis bezinin salgısı parotis kanalı denilen bir kanalcık
aracılığıyla ağız boşluğuna akıtılır. Parotis kanalı yaklaşık olarak 5 cm
uzunluğundadır ve yanağın iç yüzünde üst ikinci moler diş hizasında ağız
boşluğuna açılır.
Sublingual tükürük bezi ağız iç tabanını örten mukozanın hemen altında
bulunmaktadır. Kabaca dilin serbest bölümünün alt yüzünün ağız tabanını örten
bölümüne komşuluk yapmaktadır. En küçük tükürük bezi, sublingual tükürük
bezidir. Ağırlığı 4gr’dır. 8-20 kadar kısa kanalcık aracılığıyla ürettiği
tükürüğü ağız tabanına dil altına rastlayan bir bölgeye boşaltır.
Submandibüler tükürük bezi, alt çene kemiğinin gövde bölümünün iç yüzüne komşu
olarak yerleşmiştir. Yaklaşık 5 cm uzunluğundaki “submandibüler kanal” denilen
bir kanal aracılığıyla organda hazırlanmış tükürük bezinin “frenulum” (dil bağı)
denilen bağının iki yanına, ağız tabanına dökülür.
Tükürük bezleri “alveol” denilen çok sayıda küçük salgı keseciklerinden,
bunların birleşmesiyle kurulmuş lobcuklardan, lobcukların da birleşmesiyle
oluşan loblardan ve üretilmiş olan tükürüğü taşıyan kanalcıklardan kurulmuştur.
Tükürük bezlerinde başlıca iki çeşit alveol bulunur. bunlardan birine “seröz
alveoller” diğerine ise “müköz alveoller” denilmektedir. Müköz alveolleri
oluşturan salgı epitel hücrelerinden, içinde müsin maddesi de bulunan oldukça
yoğun bir salgı salgılanır. Seröz alveolleri oluşturan epitel hücreleri ise
yoğunluğu daha az bir salgı salgılamaktadırlar. Parotis bezi yalnız seröz
alveollere sahipken, diğer iki tükürük bezi hem seröz hem de müköz alveollere
sahiptir. Tükürük bezlerinde hazırlanan salgı içinde “tükürük amilazı” denilen
bir enzim de bulunmaktadır.

TÜKÜRÜK SALGISI: Günde yaklaşık 1500ml tükürük ağız içinde salgılanmaktadır.
Tükürüğün pH’ı yaklaşık 7’dir. Tükürük içinde su, sodyum, klorür, kalsiyum,
potasyum, bikarbonat, immün globulin A (IgA), albumin, tükürük amilazı ve
glikoprotein yapısında olan müsin bulunmaktadır. Ptiyalin, nişastaların
sindirilmesinde görev almaktadır. Müsin ise ağız içindeki besinlerin
kayganlaşmasını sağlamaktadır. Tükürük ağız içini sürekli olarak nemli tutar.
Besinlerin içindeki bazı molekülleri çözerek, bunların tat alma organcıklarına
ulaşmalarını sağlar. Yutma işlemini kolaylaştırdığı gibi dil ve dudakların
hareketlerini serbestleştirerek, konuşmayı da kolaylaştırır. Dişleri ve ağız
içini sürekli yıkayarak, bunların temiz kalmasını sağlar. pH’ı 7 olan tükürük,
kalsiyum ile doymuştur. Bu nedenle dişler, tükürüğe doğru kalsiyum kaybetmezler.
Ancak tükürük pH’ı asit tarafa kaydığında, kalsiyum bakımından doymuşluğu
azalır. Bu durumda dişler tükürüğe doğru kalsiyum kaybederler. Tükürük salgısı
sinirsel kontrol altındadır. Onotom sinir sistemi tükürük salgısının
denetiminden sorumludur.

MİDE SALGISI: Mide salgısı, midenin mukoza tabakasındaki hücrelerin bir
işlevidir. Mide mukozasında başlıca beş çeşit hücre bulunmaktadır.
Parietal hücreler HCI ve intrensek faktör adlı maddeleri salgılarlar. Esas
hücreler ise pepsin salgılarlar. Tek katlı kolumner epitel hücreleri ve boyun
hücreleri ise mukus salgılamaktadırlar. Mukus mide duvarını, midenin salgıladığı
HCI ve pepsinin sindirici etkisinden korur. Böylece mide kendi kendisini
sindirmekten kurtulmuş olur. Midenin günlük salgısı yaklaşık olarak 3000ml
kadardır. Bu salgının pH’ı ise yaklaşık olarak 1’dir, yani asittir. Mide salgısı
içinde su, sodyum, potasyum, magnezyum, hidrojen, klor, fosfor ve kükürt
bileşikleri, pepsin, intrensek faktör, jelatinaz ve mukus bulunmaktadır.
Midenin pepsin salgısı proteinlerin sindirilmesinde etkilidir, fakat gerekli
değildir. Buna karşılık midenin intrensek faktör salgısı B12 vitamini emilimi
için kesinlikle gereklidir. Midenin HCI salgısı ise demir emiliminde çok önemli
rol oynamaktadır.
Midedeki salgılama olayı, sinirsel ve hormonal olmak üzere başlıca iki mekanizma
ile denetlenmektedir. Bunlardan ilkinde, yani sinirsel kontrolde salgılama için
gerekli sinirsel uyarılar, vagus siniri içinde mideye ulaşmaktadır. Kandaki
glikoz düzeyinin düşmesi ya da iştah açıcı besin maddelerini görmek ve düşünmek,
mide salgısının sinirsel dönemini oluşturur. Midenin antrum bölgesindeki
G-hücrelerinden kana verilen gastrin adlı hormon ise, mide salgısının hormonal
mekanizmasını başlatmaktadır. Antrum bölgesinin besinlerle girilmesi ya da
buradaki asitliğn azalması ya da vagus sinirin uyarılması, G-hücrelerinden
gastrin salgılanmasına yol açar. Antrum bölgesinin asitliğinin yeterli düzeye
erişmesi ya da “atropin”, gastrin salgısını azaltır.

PANKREAS SALGISI: Pankreastan her gün yaklaşık olarak 1500ml pankreas salgısı
salgılanmaktadır. Pankreas salgısının pH’ı yaklaşık olarak 8’dir, yani
alkalidir. Salgısının içinde su, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, klor,
sülfat, fosfat, albumin, globulin ve sindirim enzimleri bulunmaktadır.
Pankreastan salgılanan sindirim enzimleri şunlardır: tripsin, kimotripsin,
elastaz, karboksipeptidaz, lipaz, esteraz, amilaz, ribonükleaz,
deoksiribonükleaz, fosfolipaz.
Pankreas salgısı, organın dış salgı bölümünün işlevidir. Midenin fundus ve ya
antrum bölümünün besinlerle gerilmesi, vagus sinirinin uyarılması, duodenum ve
jejunumdan salgılanan “sekretin” adlı hormonlar, pankreasın salgılama işlevini
uyarırlar. Duodenuma geçmiş olan besinlerin asitliği ise sekretin salgısı için
en etkin uyarıcıdır.
Duodenum ve jejunumdan salgılanan “kolesistokinin-pankreozimin” (CCK-PZ) adlı
hormon ise pankreastan, özellikle sindirim enzimlerinden zengin bir salgının
salgılanmasına yol açmaktadır. Buna karşılık sekretin, bikarbonat ve sıvıdan
zengin bir pankreas salgısına yol açmaktadır. Vagus sinirinin uyarılması da
CCK-PZ uyarısına benzer bir etkiye sahiptir.
Pankreastan salgılanan tripsin, kimotripsin, elastaz ve karboksipeptidaz
proteinler ve polipeptidler üzerinde sindirici etkiye sahiptirler. Amilaz
nişasta üzerinde etkilidir. Lipaz trigliserid yapısındaki, esteraz ise
kolesterol yapısındaki yağlar üzerinde sindirici etkiye sahiptir. Fosfolipaz ise
lesitin üzerinde etkilidir.

SAFRA SALGISI: Safra karaciğer hücreleri tarafından hazırlanır ve özel
kanallardan geçerek, fazlası safra kesesi içinde depolanmak üzere, dudenuma
boşaltılır. Günde yaklaşık 500ml safra salgılanmaktadır. Safra salgısının iki
önemli fizyolojik etkisi vardır. Bunlardan ilki safra içinde bulunan safra
tuzlarının, yağların bağırsaklardan emilimlerini sağlamaları, ikincisi ise safra
içinde bilirubin ve benzeri maddelerin salgılanıyor olmasıdır.
Safra, karaciğer hücreleri tarafından sürekli olarak safra yollarına
salgılanmaktadır. Buna karşılık yalnız gerekli zamanlarda safra kesesinden
salgılanmaktadır.
Safra salgısı, safra tuzları, kolesterol, lesitin, su (%97), bilirubin, sodyum,
potasyum, klorür, magnezyum ve bazı inorganik tuzlardan oluşmaktadır.

BAĞIRSAK SALGISI: Bilindiği gibi bağırsaklarda başlıca iki çeşit salgı bezi
bulunmaktadır. Bunlardan biri Brunner bezleridir. Bu bezlerden, mukus içeren
alkalinden zengin bir salgı salgılanmaktadır. Liberkühn kriptaları denilen diğer
salgı bezlerinden ise, enterokinaz salgılanmaktadır. Enterokinaz protein
sindiriminde rol oynamaktadır. Bu enzimler karbonhidratlar üzerinde etkilidir.
Bağırsaklardan salgılanan “nükleaz” adlı bir enzim ise nükleik asitler üzerinde
etkilidir.

SİNDİRİM KANALI HORMONLARI: Sindirim kanalından, kana başlıca dört hormon
verilmektedir. Bu hormonlar sindirim kanalı üzerindeki çeşitli etkileriyle,
sindirim işlevinde belli düzenlemeler yapmaktadırlar. Bu hormonlar gastrin,
sekretin, kolesistokinin pankreozimin (CCK-PZ) ve enterogastrondur.
Gastrin midenin antrum bölgesindeki mukozasında bulunan G-hücrelerinden kana
verilmektedir. Kana karışan gastrin midenin fundus bölgesindeki parietal
hücrelere ulaştığında, bu hücrelerden HCI salgılanmasına yol açar. Antrum
bölgesinin besinlerle gerilmesi, buradaki asitliğin azalması ve vagus sinirinin
etkisi gastrin salgısını uyarır.
Sekretin adlı hormon ise duodenumdaki epitel hücreleri tarafından
salgılanmaktadır. Bu hormon kan yoluyla pankreasa ulaştığında, bu organdan
bikarbonattan zengin bir salgının salgılanmasına yol açar. Sekretin mide
salgısını azaltıcı etkiye de sahip olan bir hormondur.
Kolesistokinin-pankreozimin (CCK-PZ) hormonu, incebağırsakların başlangıç
bölümlerinden kana salgılanmaktadırlar. CCK-PZ pankreastan, enzim bakımından
zengin bir salgının salgılanmasına, safra kesesinden safra salgılanmasına ve
oddi sfinkterinin ise genişlemesine yol açar.
Duodenumdan salgılanmakta olan enterogastron ise midenin salgısını ve kasılma
hareketlerini azaltır.


read more
Blogger Template by Clairvo