1 Ağustos 2010 Pazar

Ruhun İlacı Sevilmek

Çocuk ve ergen psikiyatrı Prof. Yankı Yazgan, insan beyninin derinliklerinde dolaştığı kitabı ‘Kalp Çarpar, Beyin Böler’de kalıcı ve yapısal hastalıklar dışında ruhun hastalanmasının insanı geliştirip zenginleştirdiğini söylüyor. Ruhun en iyi, en temel ilacı ise sevgi…

Prof. Yankı Yazgan’ı psikiyatrinin dar, dolambaçlı ve imkansızlıklarla yoluna düşüren sonsuz merakı oldu. İnsan beyni ve ruhuyla ilgilenmeye karar verdiğinde lisenin ilk sınıfındaydı. Sonraları zaman zaman karşısına çıkan ve ideallerine tümden ters düşen uygunsuz örnekler nedeniyle mesleğinden vazgeçmeyi düşündüyse de kararını çok önceden verdiği yolda ilerleyişini sürdürdü. İzmir’de doğmuş, Ankara ve İzmir’de okumuş, belli çevrelerin dışına çıkmamıştı. 12 Eylül sonrasında uygulamaya konulan mecburi hizmetle hayata ve kendi insanına bakışı başkalaştı, yakınlaştı. Mezun olur olmaz kendisini Gaziantep’e bağlı Oğuzeli’nin tek doktoru olarak buldu. Yöre sakinleri arasında lakabı ‘çocuk doktor’du. Uzmanlık eğitimini Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladı. İşi genellikle yetişkinlerleydi ve her şeyin çocuklukta başladığını biliyordu. Karikatürlerdeki gibi ‘Bana çocukluğunu anlat’ diyen psikiyatr olmak yerine ihtisasını çocuklar üzerine yapmayı seçti. Türkiye’nin çok genç nüfusu da Yazgan’ı seçimini etkileyen unsurlar arasında yer aldı. Çocuklarla ilgili araştırmalar yapmak ve bu küçük ve kıymetli varlıkların beyinlerinin gizlerinin sırrına ermek üzere Amerika’da bir araştırma programına kaydoldu. Doğru insanlarla doğru yerlerde karşılaşmaksa Yazgan’ın Yale Üniversitesi Çocuk Psikiyatrisi bölümüne resmen davet edilmesine yol açtı. Pek çok uluslararası ödül aldığı araştırmalarının başlangıcı da böyle oldu. Türkiye’ye döndü, profesör oldu ve hiç düşünmediği halde hayat şartları nedeniyle bir muayenehane sahibi oldu. Yankı Yazgan, önce büyüklere sevginin önemini anlatarak çocukları hayatla tek başına bırakmamanın eğitimini sonra da ruhları örselenmiş çocukları hayata döndürmenin savaşını veriyor. Yazgan, ruhun bozularak kendini geliştirip zenginleştirdiğini de söylüyor, “Ruh zaman zaman bozularak kendini geliştirir. Çok zor hastalıklar dışında, çünkü biraz daha kalıcı ve yapısal hastalıklara neden olan hastalıklar var, birçok hastalık ki bunları yaşamamak çok zor, anksiyete, panik ataklar filan bizi insan yapan özelliklerimizle ilgili. Ruhun aşırı yorulması nedeniyle ortaya çıkıyor, bunlar ruhu geliştirir. Hayatın getirdiklerini bir süre sonra sistem taşımakta zorlanıyor. Hani sigortalar attı denilir ya, sigortaların atması iyi bir şeydir, çünkü atmazsa yangın çıkar. Ruhsal hastalığın koruyucu bir yanı da var. Mesela depresyon; tedavi edilmesi gereken ve hastaya acı veren bir şey ama aklını başına topla diye gelen sinyaller bunlar. Kendini toparla mesajı bu. Bu mesajı alırsanız bir öncekine göre hayatınız daha iyi olabilir. Mesajı almak çok önemli… Ruh bozulmalı yani. Bozulmazsa kıymetini anlamıyoruz, bozulma sonrasında da kendini geliştirmekle ilgili bir mesaj var. ‘Oturup düşünmek’ gibi insana verilmiş bir yetenek var. Kendi hayatı üzerine insanı muhasebe yapmaya zorluyor. Etrafımızda olan aklı başında insanlardan yararlanmak çok önemli bu evrede, başkalarının kıymetini daha iyi bilebiliriz bu vesileyle. Toplum içinde yaşıyor olmak, arkadaşlar, aile, bunları yerli yerine oturtabilmemizi sağlıyor bu dönem. Ondan sonra da yolumuza nasıl devam edebileceğimizi düşünürüz.”

Normal ve anormal kavramlarının göreceli olduğunu belirten Yazgan, “Normallik biraz anormal olabilir. Toplumun tümden sarsıldığı, herkesin değişimden travma düzeyinde etkilendiği durumlarda normal davranmak anormaldir. Anormal davranmak normaldir. Mesela birisini kaybettiniz, çalıp oynamak veya tepkisiz ve hiç üzülmemiş gibi durmak normal değildir. Normal olan bu durumda matemini tutmaktır, tabii ki yaşamı devam ettirtmeye çalışarak. Ama o eksikliği hissederek hayatı sürdürmektir. Ama durduk yerde, ortada hiçbir sebep yokken böyle bir kaybetmişlik duygusuna girdiğimiz zaman bu bazen depresyon olabilir. Ruhsal hastalıklarda aslında normalde olan mekanizmalar gereksiz yere devreye girer. Alerjiler gibi, alerji aslında vücudun bir savunmasıdır, ortada bir gerekçe yokken savunmaya geçtiğinde hastalık demektir. Ruhsal hastalıkların bir bölümü de aslında çok işe yarayan, korku gibi, üzüntü gibi mekanizmaların lüzumu yokken ortaya çıkmasıdır,” diyor.

Korkunun da hayatın korunması açısından temel olarak gerekli olduğunu düşünen Yazgan, “Fearless (Korkusuz) diye bir film vardır, düşen uçaktan kurtulan ve korkusuzlaşan bir adamın öyküsüdür. Korku bize hayatta kalmamız için yol gösteren bir duygudur. Tehlikelerden korur bizi. Bazen korkulacak şeylerden korkmayız da, korkulmayacak şeylerden korkarız. Bazen bizim için neyin değerli, neyin değersiz olduğunu gösterir. Korku hayatın çok temel bir parçası… Bunu anlamak için Yaşar Kemal’in romanlarını okumak gerekir. Türkiye toplumunun da çok temel bir duygusu; parçalanmaktan korkmak, bir şeylerin eksilmesinden korkuyoruz. Bazen bu korku yönlendirmeleri kötüye kullanılabilir. Oysa dürüst ve çok içten bir korku ama böyle bir tehlike varmış gibi göstererek insanların duygularını harekete geçirmekten yarar umanlar olabilir,” uyarısında bulunuyor.

Çocuk ruhlarını en çok örseleyen davranışların başında onları yaşama karşı tek başına bırakmak olduğunu söylüyor Yankı Yazgan, “Bazı örselenmeleri tamir etmek çok zor… Özellikle çok güvendiğimiz, çok değer verdiğimiz özellikle bizi korumasına ihtiyacımız olan insanlardan gelen zararlar giderilemiyor. Ebeveynin yaptığı gibi… Özellikle ihmal edilme ve hayat karşısında bir başına bırakılmanın etkisi büyük. Bunları telafi etmek kolay olmuyor. Ömür boyu bir destekleme söz konusu olabiliyor ama bu bazen tedavi bazen çok anlamlı bir ilişki, bazen bir uğraş, bir bağlanma, bir kişiye, bir ideale bağlanmanın terapötik bir etkisi oluyor. Hayatın içerisinde insanı tedavi eden böyle şeyler var. Toplumun bir parçası olmak var ama aynı zamanda insanın hem kaybolma isteği hem de göze çarpma, sıradışı olma isteği var.”

0 yorum:

Blogger Template by Clairvo