31 Temmuz 2010 Cumartesi

Haremler hakkında bilinen yanlışlar

National Geographic Türkiye, son sayısında yanlışları ve doğruları yazdı: Padişah beğendiği cariyenin önüne mendil atmaz, harem ağasına çağırttırırdı. Cariye yatağa sürünerek getirilmez, padişah cariyeye önce hediye gönderir, sonra da dairesine giderdi.

Image
Günümüze değin, Harem denildiğinde akla cinsellik gelse de Osmanlı Harem’i aslında padişahın evi olmasının yanı sıra cariyelere okuma, yazma, musiki, raks, dikiş nakış, protokol adabı, hat, tezhip, süsleme sanatlarının öğretildiği bir eğitim ve devlet kurumuydu.
Harem-i hümâyûn: duvarlarla çevrili; dünyanın en güzel kadınlarının padişahın gönlünü almak için birbiri ile yarıştığı, en büyük dedikodu ve entrikaların döndüğü, en acımasız cinayetlerin işlendiği bir “Altın Kafes”...

Bu ve benzeri tanımlamaların çoğu, Harem’i bir kez dahi görmemiş Avrupalılara aitti. Avrupalılar için Harem, esrarengiz, her zaman ilgi uyandıran ve hayalleri süsleyen bir yerdi. Üst düzey Osmanlı devlet görevlilerinin bile giremediği Harem’i Avrupalı Hıristiyanlar’ın görmesiyse hayal dahi edilemezdi. Buna rağmen, Harem’in işleyişi ile ilgili hayaller kuran Avrupalılar, Harem’le ilgili pek çok -yanlış!- bilgiyi içeren yazıları da kaleme aldılar. Örneğin, IV. Mehmed (1648-1687) döneminde İngiliz Elçiliği Kâtibi Rycaut, padişahın geceyi birlikte geçireceği cariyeyi seçmek için iki sıra hâlinde dizilmiş cariyeler arasından geçerken beğendiği güzelin önüne mendil bıraktığını söylemişti ki bu bilgi bir fanteziden öteye gidemezdi.

UYDURMA MENDİL HİKAYESİ
III. Ahmed döneminde (1703-1730) İngiltere’nin İstanbul elçisi olan Wortley Montagu’nun eşi Lady Montagu, üst düzey devlet görevlilerinin eşleriyle kurduğu ilişki nedeniyle Harem hakkında bilgi edinebilen nadir Avrupalılardandı. Lady Montagu, 10 Mart 1718 tarihli mektubunda Osmanlı padişahı II. Mustafa’nın (1695-1703) eşlerinden Hafsa Sultan’ın ağzından mendil hikâyesinin doğrusunu şöyle aktarmıştı:

“Öteden beri söylenildiği üzere, padişahın hangi kızı isterse ona bir mendil attığının kesinlikle doğru olmadığını ifade etti. Padişah, kızlardan hangisini isterse onu harem ağası vasıtasıyla çağırtırmış. Harem halkı, padişahın çağırttığı kızı, hamama götürürler, vücuduna kokular sürerler, gayet zarif giydirirlermiş. Padişah kendisinden evvel kıza bir hediye gönderir, sonra da bulunduğu daireye gidermiş. Yatağın eteğine kadar kızın sürünerek geldiği de yalanmış...”

Image
Adalet Kulesi, kubbeli binalar, avlu ve kasırlar ile birlikte Harem'de yaklaşık 400 oda yer alıyor.

Akkadça’dan Arapça’ya geçmiş bir kelime olan harem, “korunan, mukaddes şey ve yer” anlamına geliyor. Evlerde kadınların erkeklerle karşılaşmadan günlük hayatlarını sürdüreceği bölüme “harem” deniyor.

Osmanlı Harem teşkilatının ilk yılları hakkında pek bilgi yok. Osmanlı Devleti’nin ikinci hükümdarı olan Orhan Gazi (1326-1362) döneminde devletin teşkilatlanmasına paralel olarak Harem kurumunun ilk çekirdeği atıldı. Orhan Gazi, Bizanslı iki prensesle evlenmişti. Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) zamanında devlet ve saray teşkilatının gelişmesine paralel olarak Harem-i Hümâyûn da teşkilatlandırıldı. III. Murad’la (1574-1595) birlikte Harem halkının sayısı arttı ve Harem-i Hümâyûn büyüdü. Harem denildiğinde akla cinsellik gelse de Harem-i Hümâyûn padişahın evi ve bir eğitim kurumuydu.

HAREM BİR EĞİTİM KURUMUYDU
Osmanlı sarayı Birun, Enderun ve Harem olmak üzere üç bölümden meydana geliyordu. Ve Harem-i Hümâyûn, Harem’le birlikte Enderun’u da içine alıyordu. Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık’ın söylediği gibi Enderun, Osmanlı devletinin erkek yöneticilerinin yetiştiği üst düzey bir okulken, Harem de kadın yöneticilerin yetiştiği bir mektepti.

Image
Saray mimarı Melling, cariyeler koğuşunu görmemiş olsa da, 1819 tarihli gravüründe yaşam tarzı ve mimari özellikleri doğru yansıtmış.

Harem’de padişah ve ailesiyle birlikte, onlara hizmet eden kadın köleler, yani cariyeler ve harem ağaları yaşıyordu. Osmanlı padişahları, II. Bayezid zamanına (1481-1512) kadar Bizans’tan, Balkan prensliklerinden Anadolu’daki Türk beyliklerinden prenseslerle evlenmişlerdi. Sultan II. Bayezid’den sonra ise Anadolu’daki Türk beyliklerinin sona ermesi ve Harem-i Hümâyûn’un iyice kurumlaşması ile birlikte -II. Osman (1618-1622) ve Sultan Abdülmecid (1839-1861) istisna olmak üzere- padişah ve şehzadelerin eşini sadece cariyelerden seçmesi âdet haline geldi.

Osmanlı sarayının cariye ihtiyacı, savaşta ele geçen esireler veya esir pazarlarından satın alınan kadın kölelerden sağlanıyordu. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Hanedan’la yakın ilişkisi olan şair Leyla Saz, hatıratında, “Bazı Çerkez kadınlarının kızlarını padişah haremi olup ihtişam ve elmaslar içinde hayat süreceğine dair ninnilerle büyüttüklerini” ifade etmişti.

0 yorum:

Blogger Template by Clairvo